Kesin olarak bilmiyorum ya çocuklar, sanırım; şu masmavi
denizle uçsuz bucaksız gökyüzünün birleştiği yerlerde, çok... çok... eski
devirlerde küçük, güzel bir kent varmış. Kent, güzel olmasına güzelmiş ama ne
yazık ki içinde kavgacı mı kavgacı, inatçı mı inatçı insanlar yaşarmış.
Kent halkı gün
boyu kavga etmekten birbirlerini dövüp sövmekten çalışmaz hale gelmişler.
Karınları aç, çocukları çıplak dolaşır, gene de hiç durmadan birbirlerine
sataşırlarmış.
Günlerden bir
gün kentin yargıcı:
-"Bu
kavgacı kentte daha fazla kalamam. Her gün yüzlerce davaya birden
bakamam." deyip çekip gitmiş. Kent halkını bir üzüntüdür almış:
-"Eyvah...
bundan sonra ne yaparız? Yargıcımız da yok. Bu kötü insanlar arasında nasıl
yaşarız?" diye başlamışlar kara kara düşünmeye. Bildikleri, duydukları
bütün yargıçlara gidip:
-"Ne olur,
bizim kentin yargıcı siz olunuz. Şu kötü kavgacılardan bizleri koruyunuz."
Fakat bir teki bile kavgacı kente yargıç olmak istememiş. Kavgalar da günden
güne artmış. Kavgalar arttıkça da kent, yaşanılmaz bir hal almış.
İşte o
sıralarda kente, uzak bir ülkenden yaşlı bir konuk gelmiş. Kenti dolaşırken
birbirlerine taşlarla, sopalarla saldıranları görünce çok şaşırmış.
Yanındakilere neden kavga ettiklerini sormuş. Onlar da:
-"Ah... ah...
halimizi hiç sorma, kavgacı kentimizde bir saat bile durma. Yargıç bile
kentimizde durmadı. Ne yaparsak yapalım kavgasız tek günümüz olmadı."
demişler. Ve yargıcın neden gittiğini konuğa eksiksiz söylemişler. Konuk,
kavgacı kentlilere çok acımış ve:
-"Benim
tanıdığım akıllı bir yargıç var. Olsa olsa kentinizi ancak o düzene
koyar." demiş. Kentliler hayretle:
-"Sahi mi?
Akıllı yargıç bizi bu kavgalardan kurtarabilir mi?" diye sormuşlar, konuk
da:
-Tabii, onun
bir sürü büyülü taşları var. İstediğini hemen oracıkta taş yapar." demiş
ve akıllı yargıcın kaldığı yeri onlara söylemiş.
Kentte bu
haberi duyup da sevinmeyen kalmamış. Çünkü o güne dek herkes kendini haklı
sanıp, başkalarını suçlamış. Derken kentin ileri gelenlerinden birkaçı akıllı
yargıcın bulunduğu kente gitmişler. Akıllı yargıca:
-"Varımızı,
yoğumuzu vermeğe hazırız. Yeter ki yargıcımız ol." demişler. Akıllı
yargıç, önce kavgacı kente yargıç olmak istememiş, fakat gelenlerin ısrarlarına
daha fazla dayanamamış. Sonunda:
-"Olur.
Kentinize yargıç olurum. Yalnız bana eşyalarımı taşımak için kırk katır
gerek. Kırk katırı getirin, eşyamı
yükleyin beni alıp götürün." demiş. Zavallı kavgacı kentlilerde kırk
katırı alacak para ne gezer? Oradan buradan ödünç kırk katır bulmuşlar, akıllı
yargıcın kırk torba dolusu eşyasını yükleyip yola koyulmuşlar.
Kente gelince
bir de ne görsünler... Bütün kent halkı yargıcı karşılamaya gelmemiş mi?
bastonuna dayana dayana yürüyen yaşlılardan tutun da, yatağından güçlükle
kalkan hastalar, sakatlar, ciyak ciyak ağlayan mini mini bebekler hepsi hepsi
orada imiş. Kavgacı kent, kent olalı böyle bir kalabalığa hiç tanık olmamışmış.
Akıllı yargıç,
bu kadar kalabalığı bir arada görür de durur mu hiç? Hemen yüksekçe bir yere
çıkmış ve:
-"Ey
kavgacı kentin kavgacı kentlileri. Şimdi iyi dinleyin anlatacağım şeyleri. Şu
gördüğünüz kırk torbanın kırkı da büyülü taşla dolu. Bugüne dek sözümü
dinlemeyenlerin her biri bir taş oldu. Eğer sizler de bunlar gibi taş olmak
istemiyorsanız kulaklarınızı iyice açın. Şimdi bu taşlardan her birinize bir
tane vereceğim. Almamazlık etmeyin sakın ha... Yoksa üç güne kalmaz taş
olursunuz.
Verdiğim bu
taşları her gece yatmadan elinize alınız. Ve kimsenin işitmeyeceği bir şekilde
"Ak taşım, pak taşım. Bugün gene ne suç işledi şu akılsız başım."
diyip o gün yaptığınız fenalıkları bu taşa bir bir söyleyiniz. Tek suçunuzu
bile söylememezlik etmeyiniz. Hatta komşularınızın kavgalarında da sizin
suçunuz olup olmadığına bakın.
Varsa onu da ak
taşınıza anlatın. Ne zamanki taşa anlatacağınız suçunuz kalmaz, o zaman hemen
yanıma gelin; davanızı dinlerim, düşmanlarınızı o anda oracıkta taş ederim.
Yalnız eğer taşa suçlarınızı tam olarak anlatmadı iseniz o zaman siz taş
olursunuz. Bunu böyle bilesiniz." demiş.
Oysa çocuklar; akıllı
yargıcın verdiği taşlardan bir teki bile büyülü değilmiş... Aman sakın
kimselere söylemeyin olmaz mı? Hele kavgacı kentliler bu sırrımızı hiç mi hiç
duymamalı.
Taşları alan
kentliler düşmanlarının taş olacağını düşündükçe bir sevinmişler, bir sevinmişler
ki sormayın... Ama akşam olup da herkes taşını alıp hatasını düşünmeye
başlayınca büsbütün de suçsuz olmadıklarını anlayıp hayret etmişler. Hatta,
kavga ettikleri insanlara hak verenler bile olmuş. Birçokları suçlu olduklarını
düşündükçe (taş olmaktan korkup) sabahı zor etmişler. Sabah olunca birbirlerine
af dilemeye gitmişler. O günden sonra kentliler yargıcın önüne bir an önce
çıkabilmek için var güçleri ile suç işlememeye çalışmışlar. Çok geçmeden de
kötülük yapmamaya alışmışlar. Günün birinde bir de bakmışlar ki ne taşa
anlatacak suçları, ne de akıllı yargıca şikayet edecek komşuları kalmış.
Artık kavgacı
kent de Mutlu Kent adını almış. Böylece akıllı yargıç da yıllar yılı tek davaya
bile bakmadan mutlu kentin mutlu insanları ile ömür boyu yaşayıp gitmiş.
Şayet çocuklar;
sizler de bir gün bir deniz kenarına giderseniz; masmavi denizle uçsuz bucaksız
gök yüzünün birleştiği yere iyice bakın. Ta oralardan bir mutluluğun yükselir
gibi olduğunu hissedersiniz. İşte orası mutlu kenttir, unutmayın sakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder