3 Aralık 2013 Salı

Büyülü Taşlar

Kesin olarak bilmiyorum ya çocuklar, sanırım; şu masmavi denizle uçsuz bucaksız gökyüzünün birleştiği yerlerde, çok... çok... eski devirlerde küçük, güzel bir kent varmış. Kent, güzel olmasına güzelmiş ama ne yazık ki içinde kavgacı mı kavgacı, inatçı mı inatçı insanlar yaşarmış.
       Kent halkı gün boyu kavga etmekten birbirlerini dövüp sövmekten çalışmaz hale gelmişler. Karınları aç, çocukları çıplak dolaşır, gene de hiç durmadan birbirlerine sataşırlarmış.
       Günlerden bir gün kentin yargıcı:
       -"Bu kavgacı kentte daha fazla kalamam. Her gün yüzlerce davaya birden bakamam." deyip çekip gitmiş. Kent halkını bir üzüntüdür almış:
       -"Eyvah... bundan sonra ne yaparız? Yargıcımız da yok. Bu kötü insanlar arasında nasıl yaşarız?" diye başlamışlar kara kara düşünmeye. Bildikleri, duydukları bütün yargıçlara gidip:
       -"Ne olur, bizim kentin yargıcı siz olunuz. Şu kötü kavgacılardan bizleri koruyunuz." Fakat bir teki bile kavgacı kente yargıç olmak istememiş. Kavgalar da günden güne artmış. Kavgalar arttıkça da kent, yaşanılmaz bir hal almış.
       İşte o sıralarda kente, uzak bir ülkenden yaşlı bir konuk gelmiş. Kenti dolaşırken birbirlerine taşlarla, sopalarla saldıranları görünce çok şaşırmış. Yanındakilere neden kavga ettiklerini sormuş. Onlar da:
       -"Ah... ah... halimizi hiç sorma, kavgacı kentimizde bir saat bile durma. Yargıç bile kentimizde durmadı. Ne yaparsak yapalım kavgasız tek günümüz olmadı." demişler. Ve yargıcın neden gittiğini konuğa eksiksiz söylemişler. Konuk, kavgacı kentlilere çok acımış ve:
       -"Benim tanıdığım akıllı bir yargıç var. Olsa olsa kentinizi ancak o düzene koyar." demiş. Kentliler hayretle:
       -"Sahi mi? Akıllı yargıç bizi bu kavgalardan kurtarabilir mi?" diye sormuşlar, konuk da:
       -Tabii, onun bir sürü büyülü taşları var. İstediğini hemen oracıkta taş yapar." demiş ve akıllı yargıcın kaldığı yeri onlara söylemiş.
       Kentte bu haberi duyup da sevinmeyen kalmamış. Çünkü o güne dek herkes kendini haklı sanıp, başkalarını suçlamış. Derken kentin ileri gelenlerinden birkaçı akıllı yargıcın bulunduğu kente gitmişler. Akıllı yargıca:
       -"Varımızı, yoğumuzu vermeğe hazırız. Yeter ki yargıcımız ol." demişler. Akıllı yargıç, önce kavgacı kente yargıç olmak istememiş, fakat gelenlerin ısrarlarına daha fazla dayanamamış. Sonunda:
       -"Olur. Kentinize yargıç olurum. Yalnız bana eşyalarımı taşımak için kırk katır gerek.  Kırk katırı getirin, eşyamı yükleyin beni alıp götürün." demiş. Zavallı kavgacı kentlilerde kırk katırı alacak para ne gezer? Oradan buradan ödünç kırk katır bulmuşlar, akıllı yargıcın kırk torba dolusu eşyasını yükleyip yola koyulmuşlar.
       Kente gelince bir de ne görsünler... Bütün kent halkı yargıcı karşılamaya gelmemiş mi? bastonuna dayana dayana yürüyen yaşlılardan tutun da, yatağından güçlükle kalkan hastalar, sakatlar, ciyak ciyak ağlayan mini mini bebekler hepsi hepsi orada imiş. Kavgacı kent, kent olalı böyle bir kalabalığa hiç tanık olmamışmış.
       Akıllı yargıç, bu kadar kalabalığı bir arada görür de durur mu hiç? Hemen yüksekçe bir yere çıkmış ve:
       -"Ey kavgacı kentin kavgacı kentlileri. Şimdi iyi dinleyin anlatacağım şeyleri. Şu gördüğünüz kırk torbanın kırkı da büyülü taşla dolu. Bugüne dek sözümü dinlemeyenlerin her biri bir taş oldu. Eğer sizler de bunlar gibi taş olmak istemiyorsanız kulaklarınızı iyice açın. Şimdi bu taşlardan her birinize bir tane vereceğim. Almamazlık etmeyin sakın ha... Yoksa üç güne kalmaz taş olursunuz.
       Verdiğim bu taşları her gece yatmadan elinize alınız. Ve kimsenin işitmeyeceği bir şekilde "Ak taşım, pak taşım. Bugün gene ne suç işledi şu akılsız başım." diyip o gün yaptığınız fenalıkları bu taşa bir bir söyleyiniz. Tek suçunuzu bile söylememezlik etmeyiniz. Hatta komşularınızın kavgalarında da sizin suçunuz olup olmadığına bakın.
       Varsa onu da ak taşınıza anlatın. Ne zamanki taşa anlatacağınız suçunuz kalmaz, o zaman hemen yanıma gelin; davanızı dinlerim, düşmanlarınızı o anda oracıkta taş ederim. Yalnız eğer taşa suçlarınızı tam olarak anlatmadı iseniz o zaman siz taş olursunuz. Bunu böyle bilesiniz." demiş.
       Oysa çocuklar; akıllı yargıcın verdiği taşlardan bir teki bile büyülü değilmiş... Aman sakın kimselere söylemeyin olmaz mı? Hele kavgacı kentliler bu sırrımızı hiç mi hiç duymamalı.
       Taşları alan kentliler düşmanlarının taş olacağını düşündükçe bir sevinmişler, bir sevinmişler ki sormayın... Ama akşam olup da herkes taşını alıp hatasını düşünmeye başlayınca büsbütün de suçsuz olmadıklarını anlayıp hayret etmişler. Hatta, kavga ettikleri insanlara hak verenler bile olmuş. Birçokları suçlu olduklarını düşündükçe (taş olmaktan korkup) sabahı zor etmişler. Sabah olunca birbirlerine af dilemeye gitmişler. O günden sonra kentliler yargıcın önüne bir an önce çıkabilmek için var güçleri ile suç işlememeye çalışmışlar. Çok geçmeden de kötülük yapmamaya alışmışlar. Günün birinde bir de bakmışlar ki ne taşa anlatacak suçları, ne de akıllı yargıca şikayet edecek komşuları kalmış.
       Artık kavgacı kent de Mutlu Kent adını almış. Böylece akıllı yargıç da yıllar yılı tek davaya bile bakmadan mutlu kentin mutlu insanları ile ömür boyu yaşayıp gitmiş.
       Şayet çocuklar; sizler de bir gün bir deniz kenarına giderseniz; masmavi denizle uçsuz bucaksız gök yüzünün birleştiği yere iyice bakın. Ta oralardan bir mutluluğun yükselir gibi olduğunu hissedersiniz. İşte orası mutlu kenttir, unutmayın sakın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder