7 Aralık 2013 Cumartesi

Cinis'te O Yaz

....

Köyde ayın kaçı? Günlerden ne? Bunu kimse takip etmez. Gerektiğinde hesap edilir bulunurdu.
“Hele dur, bugün ayın kaçı ?”
“İkisi olacak herhalde, dur bakayım 29’u Salı olduğuna göre….”
Köye geleli sanırım 15 günden fazla olmuştu. O gün ikindi çayı Nil’lerin bahçesinde içildikten sonra, kızlarla karar verdik. Ertesi gün akşam üzeri tepeye gidecektik. Tepe Cinis’in sembolüdür. Paris’te Eyfel kulesi neyse Cinis’te Tepe odur.
Ama ertesi gün yağmur sesi ile uyandım. İkindiye kadar yağmur durmadan yağdı. Bu durumda tepeye çıkmamız imkansızdı. Anneme
“Yağmur yağdığına göre; bugün ezemlerin bahçede çay içilmeye gitmeyecek misiniz?”, dedim.
Annem :
“Yok canım gideriz. Bahçede oturmayız, konakta otururuz”, dedi.
İkindiye doğru yağmur hızını biraz kesti. Ama yollar çamur içindeydi. Ben gitmek için hazırlanırken Mine geldi. Pencerenin ıslak camına iki elini siper ederek içeri baktı. Bana
“Hadi gelmiyor musun?”, diye sordu.
“Annemler gittiler. Hava soğuk mu? Hırkamı alıp, çıkıyorum”, dedim. “Yağmurda ıslanacağız.”
“Aman sen de, ne nane mollasın. Şeker miyiz eriyelim. Hadi bekliyorum. Çabuk çık.”
Yağan yağmurdan hava iyice serinlemişti.
Üç dayımın ve bizim evin kapısı köyün tam girişindeki alana açılıyordu. Bizim evlerle ezem ve Muzaffer dayımların evi arasında ise dar bir yol vardı. O yolda çamura bata çıka yürümeğe çalışırken, bir horoz yağmurdan sırılsıklam; boynunu uzata kısa önümde koşmaya başladı. Ben onu ezmemeye çalışırken arkadan Mine’nin fısır fısır bir şeyler mırıldandığını duyuyordum. Sonra bana yetişip ehramımı çekiştirdi. Ne oluyor diye baktım.
“Hışt, baksana baksana o, geçiyor”, dedi. Heyecanla :
“O mu? Kim? Deminden beri fısır fısır ne söylüyorsun? Az kalsın horozu ezecektim. Üstüm başım çamur içinde kaldı”, dedim.
“Kim olacak? Binbaşının kardeşi Ahmet geçti görmedin mi? Şaşkın!”
Hızla arkamı dönüp baktım. O, sokağın sonuna gelmişti bile. Elleri ceplerinde yağmurdan korunmak istercesine omuzlarını kaldırmış şehirli bir delikanlıydı. Arkasında yavru bir köpek vücudunu kıvıra kıvıra koşturuyordu.
“Daha önce niye söylemedin hiç doğru dürüst göremedim ki”, diye çıkıştım.
“Ne yapsaydım? ‘Dikkat Ahmet geçiyor!’ diye bağırsa mıydım. Koskoca adam yanından geçip gitti, horozla boğuşmaktan farkına bile varmadın.”
Hani insan, görmek istediği ünlü biriyle karşılaşınca neler hissederse, öyle bir hisse kapıldım. O gün; gün boyu, bu olay her aklıma geldiğinde mutluluk duydum.
....

Buraya tıklayarak satın alabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder