Bundan çok seneler önce, büyük bir ülkenin mutsuz bir
padişahı varmış. Padişah mutsuz oluşunun nedenini bir türlü anlayamaz, kendi
kendine:
-“Koca bir ülkenin padişahıyım. Her istediğimi kolayca elde
edebiliyorum. Acaba neden mutlu olamıyorum?” diye düşünür dururmuş.
Bir gün gene böyle kara kara düşünürken, (Beni gerçekten
seven bir arkadaşım, bir dostum bile yok. Mutsuzluğum bu yüzden olmalı.) demiş.
Sonra da vezirini çağırıp ona:
-“Benimle artık ülkenin en bilgili insanları arkadaşlık
edebilirler. Yarın ülkenin en bilgili insanlarını saraya davet et. Onlarla
arkadaş olacağım.” diye emir vermiş.
Vezir, ülkenin bilgili insanlarını saraya davet etmiş. Çok
geçmeden bilginler saraya gelmişler. Fakat padişah konuklara ancak bir hafta
dayanabilmiş. Hafta sonunda vezirini çağırıp:
-“Bunlar ne biçim insanlar böyle? Bilimden başka bir şey
konuşmuyorlar. Çok sıkıldım, hepsini geri gönder. Şöyle neşeli insanları davet
edelim de biraz eğlenelim.” demiş.
Bu defa da ülkenin en neşeli insanları saraya akın etmişler.
Saray kahkahalarla kırılıp geçerken, padişah bir gün vezirini çağırıp:
-“Bunlarla da arkadaş olamayacağım. Hiçbir şeyi ciddiye
aldıkları yok., her şeye gülüp geçiyorlar.” deyip onları da geri göndermiş.
Böylece yeniden arkadaşsız kalmış, mutsuzluğu da büsbütün artmış.
Aradan günler, haftalar, aylar geçmiş. Bir gün padişah
kırlarda yapayalnız dolaşırken, uzaktan çok güzel bir kaval sesi işitmiş. Sesin
geldiği yana gidip bakmış. Bir çoban hem sürüsünü otlatıyor, hem de mutlu mutlu
kavalını çalıyor. Padişah, çobanın mutlu görünüşüne çok şaşırmış. Ona,
gerçekten mutlu olup olmadığını sormuş. Çoban da çok mutlu olduğunu söylemiş.
Padişah:
-“Ben koca bir ülkenin padişahı olduğum halde mutlu
olamıyorum da sen nasıl mutlu olabiliyorsun?” diye sormuş.
Çoban:
-“Padişahım, mutluluk para ile satın alınmaz. Ben mutluyum,
çünkü sevmesini biliyorum. Şu uçsuz bucaksız gökyüzünü, yemyeşil çayırları ve
etrafımda dolaşan koyunları, insanları, her şeyi severim ben.” demiş.
Padişah ilk kez yöresine sevgi ile bakmış. Kalbi mutlulukla
dolup taşmış. Çobana:
-“Ben bugüne dek bu güzelliklerin hiç farkına varmamıştım.
Sen çok akıllı bir çobansın, benimle arkadaş olur musun?” diye sormuş.
Çoban da:
-“Sizinle arkadaş olmaktan gurur duyarım padişahım. Ama siz
arkadaşlarınızda daima kusur arıyorsunuz. Korkarım ki bu arkadaşlığımız uzun
sürmeyecektir. Kusursuz insan olmaz. Çok geçmeden benim de bir kusurumu bulur,
arkadaşlıktan vazgeçersiniz.” demiş.
Padişah:
-“Senin kusurun olamaz.” diye kestirip atınca;
-“Küçük de olsa her insanın kusuru vardır. Ben arkadaşlarımı
kusurları ile birlikte severim. Yeter ki hırsızlık, kötülük yapma gibi fena
alışkanlıkları olmasın. Öyleleri ile hiç arkadaş olmam. Arkadaşlarımı iyi
seçer, sonra da onların ufak tefek kusurlarını hoş görürüm.”
Padişah, çobanı haklı bulmuş, o günden sonra insanları
sevmesini öğrenmiş ve mutlu olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder