Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar bir köyde çok güzel bir
kız yaşarmış. Güzel kızın annesi, babası, kardeşleri hiç kimsesi yokmuş. Bir
evde yapayalnız yaşarmış. Günün birinde yalnız yaşamak güzel kızın canını
sıkmaya başlamış ve ülke ülke dolaşıp bilgisini, görgüsünü artırmaya karar
vermiş.
Eh, güzel bir kızın tek başına ülke ülke dolaşması kolay mı?
Güzel kız da düşünmüş taşınmış, sonunda kendisine inek derisinden öyle bir
giysi dikmiş ki; onu bu giysi ile görenler, değil güzel bir kız olduğunu
anlamak, insan olduğunu bile anlayamazlarmış.
Böylece güzel kız bu giysileri ile yola koyulmuş. Az gitmiş,
uz gitmiş, yolda bir çeşmeye rastlamış. Çeşmeden su içip (Oh...) diye şöyle bir
dinlenecekmiş ki, bir de ne görsün, karşıdan birkaç atlı tozu dumana katmış ona
doğru gelmiyorlar mı? Güzel kız hemen oracıkta bir ağaca tırmanıp beklemeye
başlamış.
Derken atlılar gelip çeşmeden su içmişler. Biraz
dinlenmişler. Tam gidecekleri sırada içlerinden en yakışıklı ve en güzel
giysili olanı Ağacın üstündeki acayip kıyafeti ile güzel kızı görmüş. Görmesi
ile de şaşırıp kalması bir olmuş, yanındakilere:
-“Allah,
Allah bu kadar yer gezdim, böyle acayip hayvan hiç görmedim. Acaba bu hayvanın
adı ne?” demiş.
Güzel
kız ağacın tepesinden:
-“Benim
adım İnekçe’dir.” diye cevap vermiş.
Yakışıklı
adam, bu acayip hayvanın konuştuğunu görünce büsbütün hoşuna gitmiş ve
oradakilere:
-“Bu
hayvanı ağaçtan indirin. Saraya götüreceğim.” diye emir vermiş.
Meğer
çocuklar, bu güzel giysili yakışıklı adam, padişahın biricik oğlu değil miymiş?
O günden sonra, padişahın oğlu tıpkı insan gibi konuşan İnekçe’yi yanından hiç
ayırmaz olmuş, çok sevmiş.
Gel
zaman, git zaman, günlerden bir gün vezirin oğlunun düğününe davetlenmişler.
İnekçe de bu düğüne gitmeyi çok istiyormuş. Ama padişahın hanımı:
-“Hadi
oradan pis İnekçe. Senin düğünde işin ne?” demiş.
İnekçe
sarayda yalnız kalınca, inek derisinden olan giysisini çıkarıp kapının arkasına
saklamış ve padişahın hanımının en güzel giysilerinden birini giyip düğüne
gitmiş.
Padişahın
hanımı düğünde güzel kızı görünce gözlerine inanamamış ve:
-“Ben
bu kadar güzel bir kız görmedim. Çabuk oğlumu çağırın da o da görsün.” diye
oğlunu arattırmış.
O
sırada da padişahın oğlunun düğünde fena halde canı sıkılmış. (Gidip biraz
İnekçe ile eğleneyim.) diye düşünmüş, saraya dönmüş. Ama bakmış, İnekçe
ortalarda yok. Her yanı aramış. Sonunda bir kapının ardında İnekçe’nin inek
derisinden olan giysilerini bulmuş. Hemen giysileri bir ocağa atıp yakmış.
Kendisi de o kapının arkasına gizlenip beklemeye başlamış. Aradan çok geçmemiş.
Güzel kız düğünden dönmüş, Doğruca giysiyi sakladığı kapının arkasına koşmuş.
Bir de ne görsün? Padişahın oğlu orada durmuyor mu?
Padişahın
oğlu, güzel kızı görünce çok beğenmiş. Onunla evlenmeye karar vermiş. Sonra da
kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder