Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit
oynarken eski hamam içinde. Bir varmış bir yokmuş...
Çok eski zamanlarda, bir ülkede yaşlı mı yaşlı bir kral
yaşarmış. Bu kralın dört tane de oğlu varmış.
Kralın oğullarından üçü pek akıllı değilmiş, ama en küçük
oğlu çok akıllı imiş.
Günlerden bir gün; yaşlı kral hastalanmış. Ülkede ne kadar
doktor varsa hepsi gelip kralı iyileştirmeye çalışmışlar. Ama boşuna... Kral
iyileşeceği yerde git gide hastalığı artmış, yatağından çıkamaz olmuş.
O günlerde saraya bilgin bir konuk gelmiş. Krala demiş ki:
-“Kaf dağının ardında bir elma ağacı vardır. Bu ağacın
üstünde tek bir elma yıllardır durur. O elmayı yiyen, bütün dertlerinden
kurtulur. Çok şifalıdır. Yalnız oraya gidip gelmek çok güçtür. Elmayı getirip
yersen, hastalıktan kurtulursun.”
Kral bilginin sözlerini duyunca çok sevinmiş. Hemen
oğullarını çağırtmış, bilginin sözlerini onlara iletmiş ve:
-“Bu şifalı elmayı hanginiz getirebilirseniz, onu ülkeye
kral yapacağım.” demiş.
Dört kardeş de vakit geçirmeden hazırlıklarını yapıp yola
koyulmuşlar. Giderlerken yolda bir yılanla bir kurbağa görmüşler. Yılan
kurbağayı bir kenarda yutmaya çalışıyormuş. Üç kardeş yılanla kurbağayı
görmezden gelmişler. Başlarını öte yana çevirip yollarına devam etmişler. Fakat
küçük kardeş, yılanı kovup kurbağayı ölümden kurtarmış.
İşte o sırada sizlerin de hayret edeceğiniz bir şey olmuş.
Kurbağa bir silkinişte güzeller güzeli bir kız olup ortaya çıkmış. Prenslere
teşekkür etmiş ve:
-“Ben peri padişahının kızıyım. Siz benim hayatımı
kurtardınız. Dileyin benden ne dilersiniz?” demiş. Prenslerden üçü güzel kıza:
-“Bize büyü yapmasını öğret.” demişler. En küçük prens ise:
-“Ben büyü öğrenmeyi istemem. Bana iyi kılıç kullanmayı
öğretir, bir de kılıç verirsen çok sevinirim.” demiş. “Tehlikeli bir yolculuğa
çıkıyoruz, belki lâzım olur.”
Peri padişahının kızı dört kardeşin de arzularını yerine
getirmiş; üç prense büyü yapmayı, en küçük prense de kılıç kullanmayı öğretmiş
ve bir de kılıç armağan etmiş.
Böylece dört kardeş tekrar yola koyulmuşlar. Az gitmişler,
uz gitmişler, yolda binbir güçlükle karşılaşmışlar. (Bana bu masalı anlatan: ”Onların
yolda karşılaştıkları güçlükleri bir anlatsam, üç günde, üç gecede bitiremem”
dedi. Ben de: “İlle de anlat” diye üstelemedim. Neme lâzım. Her ne ise: Nerede
kalmıştık?) Eveeet... Bin bir güçlükle Kaf dağına varmışlar ve üstünde tek elma
olan ağacı bulmuşlar. Bir de bakmışlar ki; elma ağacının tam yanında bir yığın
kemik durmuyor mu? Küçük kardeş, daha kemikleri görür görmez bunların bir
canavara ait olduğunu anlamış. Abilerine:
-“Bu kemikler çok büyük bir canavara aittir.” demiş. En
büyük prens:
-“Ben istesem şimdi bir büyü yapar, ne olduğunu anlarım.”
demiş ve büyü yapmış. Kemikler yerli yerine gitmişler. Ortaya kocaman bir canavar
iskeleti çıkmış. İkinci prens gülmüş:
-“O da bir şey mi?” demiş. Ben şimdi onun etini, derisini
yaparım. Canlı gibi olur, şaşırıp kalırsınız.” Gerçekten de bir büyü ile
canavarın o anda her yeri etle dolmuş, deri ile kaplanmış. Tıpkı canlı gibi olmuş.
Eeee... İki kardeş hünerlerini gösterir de üçüncü kardeş durur mu hiç? O da:
-“Ben de canavarı canlandırabilirim.” demiş. Küçük prens:
-“Aman sakın böyle bir şey yapma !” diye yalvarmış. “Canavar
canlanırsa hepimizi yer”.
Üç prens de ona gülmüşler, korkaklığı ile alay etmişler. Üçüncü prens de büyüsünü yapmış. Canavar
birden canlanmış, öyle bir kükreyiş kükremiş ki, yer yerinden oynamış. Sonra da
prenslere saldırmış. Üç prens kaçıp canlarını güçlükle kurtarmışlar. Küçük
prens kılıcını çekip büyük bir hünerle canavarla savaşıp onu öldürmüş. Sonra da
elmayı ağaçtan koparıp saraya dönmüş. Üç prens de orada imiş.
Kral, elmayı küçük prensin getirdiğini görünce:
-“Akıllı insan başarıya
ulaşır, akıllarını kullanmayanlar ise ellerindeki değerli şeylerin de
kıymetini bilmez ve kaybederler.” demiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder