18 Ocak 2017 Çarşamba

Üç Kafadar



         Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar; Memiş, Durmuş ve Abbas isminde üç köylü, para kazanmak için şehre gitmeye karar vermişler. Ama şehre geldikleri gün, bütün çabalarına rağmen tek kuruş bile kazanamamışlar. Akşam, yorgun argın kendilerine yatacak bir yer ararlarken, bir de bakmışlar ki bir adam hem davuluna “güm...güm..” diye vuruyor, hem de:
         -“Duyan duymayana haber versin. Padişahımız bir yarışma düzenledi. Bu yarışmada en güzel şiiri okuyana ödül verilecek. Yarışma yarın yapılacak” diye bağırıp durmuyor mu?
         Üç kafadar bu haberi işitince bir sevinmişler, bir sevinmişler ki sormayın. Aralarında:
         -“Bizdeki şansa bak. Yarışmada birinciliği alırsak yaşadık gitti” diye konuşmuşlar. Sonra da alacakları ödülle neler yapacaklarının hayalini kurmuşlar. Neden sonra Memiş:
         -“Hepsi iyi, iyi olmasına ya. Biz hiç şiir bilmiyoruz ki. Ne okuyup da yarışmaya katılacağız?” diye sormuş. Durmuş’la Abbas da:
         -“Bak bu hiç aklımıza gelmemişti. Gerçekten de hiç şiir bilmiyoruz” demişler.
         Üçünü de bir düşüncedir almış. Derken gece olmuş, bir ağacın altında kendilerine yer yapıp yatmışlar. Memiş, ağacın dallarına bakmış bakmış:
         -“Şu ağacın dalları, dalları; dalları, dalları” diye mırıldanmış. Bunu duyan Durmuş da:
         -“Birbirine değiyor yaprakları, yaprakları; yaprakları, yaprakları” demiş. Abbas:
         -“Her ikinizin dediğini de anladım, anladım; anladım, anladım” diye sözü bitirmiş.
         Üç köylü de uydurdukları şiiri pek beğenmişler.
         -“Tamam, bundan iyi şiir mi olur?” diye düşünüp sabahı zor etmişler. Sabahleyin doğru sarayın yolunu tutmuşlar.
         Sarayda pek çok şık giysili yarışmacıyı bir arada görünce, önce utanıp sıkılmışlar ama gene de yarışmadan vazgeçmemişler. Çok geçmeden sıra kendilerine gelmiş. Padişahın huzuruna çıkmışlar. Önce Memiş, sesinin bütün gücü ile:
         -“Şu ağacınm dalları, dalları; dalları, dalları” diye başlamış. Sonra Durmuş:
         -“Birbirine değiyor yaprakları, yaprakları; yaprakları, yaprakları” demiş. Abbas da büyük bir özenle:
         -“Her ikinizin dediğini de anladım, anladım; anladım, anladım” diye şiiri bitirmiş.
         Bu üç kafadarın şiirleri padişahın çok hoşuna gitmiş. Onlara büyük armağanlar vererek göndermiş. Sonra da bu sözleri masasının üstündeki vazoya yazdırtmış, her gün yazıyı okur, okur gülermiş.
         Meğer o sıralarda padişahın kötü kalpli veziri, padişahı öldürtüp yerine geçmek için plânlar kurup duruyormuş. Vezir, padişahın berberine; padişahın sakalını traş ederken onu öldürmesi içğin büyük paralar vaadetmiş. Berber de razı olmuş. O gün padişahı öldürmek için gelmiş. Tam usturayı eline alacağı sırada, padişahın gözüne vazodaki yazı ilişmiş. “Her ikinizin dediğini  de anladım, anladım; anladım, anladım” diye okuduğunda berber, padişahın ayaklarına kapanıp:
         -“Aman padişahım, ben ettim sen etme. Bütün suç vezirde, beni bağışla” diye yalvarmaya başlamış.
         Padişah bu olanlardan hiçbir şey anlamamış. Ama berber herşeyi anlatınca, hayatını köylünün sözlerinin kurtardığını anlamış. Hemen vezirle berberi cezalandırmış, üç kafadarı da sarayına getirtip kendisine özel muhafız yapmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder