Bir varmış, bir yokmuş.
Bir zamanlar; Memiş, Durmuş ve Abbas isminde üç köylü, para kazanmak için şehre
gitmeye karar vermişler. Ama şehre geldikleri gün, bütün çabalarına rağmen tek
kuruş bile kazanamamışlar. Akşam, yorgun argın kendilerine yatacak bir yer
ararlarken, bir de bakmışlar ki bir adam hem davuluna “güm...güm..” diye
vuruyor, hem de:
-“Duyan duymayana haber versin. Padişahımız bir yarışma
düzenledi. Bu yarışmada en güzel şiiri okuyana ödül verilecek. Yarışma yarın
yapılacak” diye bağırıp durmuyor mu?
Üç kafadar bu haberi işitince bir sevinmişler, bir
sevinmişler ki sormayın. Aralarında:
-“Bizdeki şansa bak. Yarışmada birinciliği alırsak yaşadık
gitti” diye konuşmuşlar. Sonra da alacakları ödülle neler yapacaklarının hayalini
kurmuşlar. Neden sonra Memiş:
-“Hepsi iyi, iyi olmasına ya. Biz hiç şiir bilmiyoruz ki. Ne
okuyup da yarışmaya katılacağız?” diye sormuş. Durmuş’la Abbas da:
-“Bak bu hiç aklımıza gelmemişti. Gerçekten de hiç şiir
bilmiyoruz” demişler.
Üçünü de bir düşüncedir almış. Derken gece olmuş, bir ağacın
altında kendilerine yer yapıp yatmışlar. Memiş, ağacın dallarına bakmış bakmış:
-“Şu ağacın dalları, dalları; dalları, dalları” diye
mırıldanmış. Bunu duyan Durmuş da:
-“Birbirine değiyor yaprakları, yaprakları; yaprakları,
yaprakları” demiş. Abbas:
-“Her ikinizin dediğini de anladım, anladım; anladım,
anladım” diye sözü bitirmiş.
Üç köylü de uydurdukları şiiri pek beğenmişler.
-“Tamam, bundan iyi şiir mi olur?” diye düşünüp sabahı zor
etmişler. Sabahleyin doğru sarayın yolunu tutmuşlar.
Sarayda pek çok şık giysili yarışmacıyı bir arada görünce,
önce utanıp sıkılmışlar ama gene de yarışmadan vazgeçmemişler. Çok geçmeden
sıra kendilerine gelmiş. Padişahın huzuruna çıkmışlar. Önce Memiş, sesinin
bütün gücü ile:
-“Şu ağacınm dalları, dalları; dalları, dalları” diye
başlamış. Sonra Durmuş:
-“Birbirine değiyor yaprakları, yaprakları; yaprakları,
yaprakları” demiş. Abbas da büyük bir özenle:
-“Her ikinizin dediğini de anladım, anladım; anladım,
anladım” diye şiiri bitirmiş.
Bu üç kafadarın şiirleri padişahın çok hoşuna gitmiş. Onlara
büyük armağanlar vererek göndermiş. Sonra da bu sözleri masasının üstündeki
vazoya yazdırtmış, her gün yazıyı okur, okur gülermiş.
Meğer o sıralarda padişahın kötü kalpli veziri, padişahı
öldürtüp yerine geçmek için plânlar kurup duruyormuş. Vezir, padişahın
berberine; padişahın sakalını traş ederken onu öldürmesi içğin büyük paralar
vaadetmiş. Berber de razı olmuş. O gün padişahı öldürmek için gelmiş. Tam
usturayı eline alacağı sırada, padişahın gözüne vazodaki yazı ilişmiş. “Her
ikinizin dediğini de anladım, anladım;
anladım, anladım” diye okuduğunda berber, padişahın ayaklarına kapanıp:
-“Aman padişahım, ben ettim sen etme. Bütün suç vezirde,
beni bağışla” diye yalvarmaya başlamış.
Padişah bu olanlardan hiçbir şey anlamamış. Ama berber
herşeyi anlatınca, hayatını köylünün sözlerinin kurtardığını anlamış. Hemen
vezirle berberi cezalandırmış, üç kafadarı da sarayına getirtip kendisine özel
muhafız yapmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder