Büyük hanım son derece üzgündü. Dokunsanız ağlayacak...
Oysa tansiyonu yüksekti. Doktorlar ona hiç üzülmemesini, sıkılmamasını
söylemişlerdi. Böyle üzülmeye devam ederse, Allah korusun bir tarafına bir
şeyler inebilirdi. Belki de ölüverirdi de kimsenin haberi olmazdı. Ah, bu
düşünceleri kafasından bir atabilseydi. Ama nerde... Durup durup aynı şeyleri
düşünüyordu.
Sırf oyalanmak
için yerinden kalktı, yanan sobayı maşa ile kurcaladı. Sonra da banyodan
paçavrayı alıp soba tahtasına dökülen külleri bir güzel temizledi.
Oyalanabileceği başka bir şey de yoktu. Çaresiz gidip penceresinin önünde
oturdu. Dışarıda küçük kar taneleri uçuşuyordu. Hava oldukça kasvetliydi. Evin
pencereleri arka tarafa baktığından, bir kaç apartman dışında in cin top
oynuyordu.
Büyük hanımın
içi daha da daraldı. Oysa oğlunun evi öyle miydi? Pencereleri sokağa bakıyordu.
Canı her sıkıldığında pencerenin önünde oturur, geleni geçeni seyrederek vakit
geçirirdi...
Boş gözlerle
etrafına bakındı. Gözü televizyona ilişti. Bütün her şey onun yüzünden başına
gelmişti. Kabahatin biraz da kendinde olduğunu aklına bile getirmek
istemiyordu.
Böyle düşünecek
olsa üzüntüsü ile hiç baş edemeyeceğini sezdiğinden, bu fikri adeta bir
refleksle kafasından uzaklaştırdı.
Evet olay tam
bir hafta önce olmuştu. Bir hafta olmuş muydu ki? Hesapladı... Öyle ya geçen
pazar günüydü. Bugün de Pazar olduğuna göre bir haftayı geçmişti bile.
Küçük torunu
Ali, o gün sabahtan akşama dek, televizyonu adeta esir almış, bütün
kanallardaki maşları izlemişti. Akşam on dokuz haberlerinde, büyük hanım biraz
da kızgın:
-"Müsaade
etsen de hiç olmazsa şu haberleri dinlesek." demişti.
Ali; belki
gerçekten duymadığından belki de duymazdan gelerek, oralı olmamış, pür dikkat
maçı izlemeye devam etmişti.
Büyük hanım:
-"Cevap
bile vermeye tenezzül etmiyor. Allah'ım ne günlere kaldık. Terbiye merbiye diye
bir şey kalmadı." diye söylenmeye
başlamıştı. İşte o sırada Ali'nin tuttuğu takım bir gol yiyince, ipler kopmuş;
Ali bütün hıncını babaannesinden çıkarmıştı. Birden ayağa fırlamış, eline ne
geçtiyse; defteri kalem, yastık, yere fırlatmış, bir taraftan da:
-"Rahat
bir maç bile seyredemiyorum, esir miyim ben yeter artık bıktım." diye bas
bas bağırmıştı.
Yaşlı kadın
torununun böylesine öfkelendiğine ilk kez şahit olduğu için ilken şaşırmış,
sonra da bu terbiyesizlik karşısında birden tepesi atmış, eli ayağı titreyerek
ağzına geleni sayıp dökmüştü.
Bu; torunla,
babaannenin ilk kavgasıydı. Daha önceleri de aralarında ufak tefek tartışmalar
olmuştu ama, böylesi ilk kez oluyordu. Yaşlı kadın çok üzülmüştü. Tansiyonu
yükselmişti. Ama onu asıl üzen, gelini Huriye'nin Ali'ye haddini bildireceğine,
onun tarafını tutması ve kayınvalidesinin karşısına dikilip:
-"Ne
istiyorsun zavallı çocuktan? Başka eğlencesi mi var? Pazar günleri bir maç
seyrediyor, onu da ağzından burnundan getiriyorsun." diye ona çıkışması olmuştu.
İşte o zaman
büyük hanım fena halde kırılmış ve:
-"En iyisi
bana bir ev tutun oraya taşınayım. Madem ki siniz rahatınızı bozuyorum. Emekli
maaşım bana yeter diyivermişti.
Bu sözlü arada
bir başı sıkıştıkça silah olarak kullanırdı. Ama hiç bir zaman söyledikleri
ciddiye alınmaz üstünde bile durulmazdı.
Yalnız bu kez
öyle olmamıştı. Gelini:
-"Vallahi
bunu bana söyleme, eğer bizimle rahat edemiyorsan, ayrılmak istiyorsan oğluna
söyle." diye kestirip atmıştı.
Büyük hanım,
nasılsa oğlunun böyle bir şeye izin vermeyeceğinden emin:
-"Olur,
oğlum gelince konuşurum." demişti.
Akşam oğlu
Ahmet bey gelince daha kendisi ile konuşmaya vakit bulamadan Huriye hanım onu
yatak odasına götürmüş, bir saate yakın konuşmuşlardı. Odadan çıktıklarında ise
Ahmet bey biraz tutuk, oldukça da üzgün, annesinin yanına gelmiş:
-"Canım
anacığım, sen bizim başımızın tacısın ama çocuklarla rahat edemiyorsan, seni
üzüyorlarsa, yakınımızda bir ev bulalım, oraya taşın. Ne diyorsun?"
demişti.
Büyük hanım
bunu gurur meselesi yapmış hiç istemediği halde taşınmak istediğini söylemiş,
geri adım atmamıştı.
Ve bir hafta
içerisinde tek odalı, oğlunun evine çok yakın olan bu küçücük evi bulmuşlardı.
Hemen de eşyaları eve taşımış, yerleştirmişlerdi.
Bugün eve
taşındığının ilk günüydü. Büyük hanım şimdiye kadar evde hiç yalnız kalmamıştı.
Hep yanında birileri olmuştu. Üç çocuğu vardı. Büyük oğlu ile kızı
Almanya'daydılar. Her ikisi de evliydi. Onlardan da torunları vardı. On yıl
önce kocası ölünce, küçük oğlu Ahmet bey onu yanına almıştı. Ahmet beyden iki
torunu vardı. Büyük torunu Ayşe yatılı bir okuldaydı.
Bu yüzden
yalnızlığı ilk kez tadıyordu. Ve çok sıkılıyordu. Hele gece yalnız kalmak
gözünü büsbütün korkutuyordu.
-"Ah..."
diyordu. "Bu ilk geceyi bir atlatabilsem, ondan sonra nasılsa
alışırım."
Onu asıl
inciten şey ise bacak kadar çocuk yüzünden kendisinin kapı önüne konulmasıydı.
-"Ama"
diyordu. "Onlar görecekler, elbet beni görmeye gelirler, yüzlerine bile
bakmayacağım. Senelerce torun baktım, yemek yaptım, önlerinde hizmetçi gibi
çalıştım. Artık bana ihtiyaçları kalmayınca kapı dışarı ettiler. Hiç birine
hakkımı helal etmeyeceğim. Bunların hepsini yüzlerine vuracağım.
Evet ne yapsa,
ne etse bütün bunları kafasından bir türlü silip atamıyordu. Aklına birden
Kur'an okumak geldi. Kur'an'ı aldı, Yasın suresini açarken aklı hala
onlardaydı. Acaba ne yapıyorlardı? Torunu Ali yaptıklarına pişman mıydı?
Ali'nin ise bu
mesele okulda, gün boyu aklının ucuna bile gelmemişti. Ancak akşam eve
döndüğünde, babaannesinin gittiğini hatırladı. İlkten artık televizyon kendine
kaldığı için sevindi. Hemen televizyonu açmaya yeltendi sonra vazgeçti. Önce
dersini bitirmeliydi. Kitabını açıp derslerine gömüldü. Bir ara kitaptan başını
kaldırdı. Babaannesinin her zaman oturduğu yere baktı. Yeri boştu. O an
babaannesinin her zaman bezgin olan yüzü gözünün önüne geldi. Neden acaba hep
mutsuzdu diye düşündü. Annesi ile babaannesi genelde iyi geçinirlerdi. Ama
aralarında bir anlaşmazlık çıktığı zaman babaannesi susar, bir medet umar gibi
Ali'nin yüzüne bakardı. "Demek ki" diye düşündü ali, evde kendisine
en yakın beni buluyordu. Gözleri doldu. Zaman zaman da annesi ile babası Ali'ye
kızdıklarına bir yolunu bulur Ali'nin yanına gelir onun gönlünü alırdı. Ve sık
sık da harçlık verirdi. Şimdi ise Ali'nin yüzünden evden gitmişti. Acaba
babaannesi şu anda yapayalnız nasıl vakit geçiriyordu? Ne yapıyordu? Ali göz
yaşlarını daha fazla tutamadı. Yanağından aşağı yuvarlanıverdiler. Babaannesini
bu kadar sevdiğinin ilk kez farkına vardı. Bu durumda ders çalışamayacağını
anlayınca kalkıp televizyonu açtı. Düşüncelerinden sıyrılabilmek için sesi
iyice yükseltti. Huriye hanım bangır bangır bağıran televizyondan rahatsız
olmuştu. Müdahale etmeyi düşündü ama, "Şimdi de ben başlamayayım."
diyip vazgeçti. Ama Ahmet bey öfkeyle yerinden fırladı, gidip televizyonun
düğmesine basıp kapattı.
-"Hayırdır
İnşallah, ne oluyoruz? Babaannen gitti diye bayram mı ediyorsun? Hayır küçük
bey, bundan sonra televizyon senin emrinde olmayacak." diye bağırdı.
"Kadıncağız sırf senin edepsizliğinden evden gitti."
Huriye hanım:
-"Bir
duyan olsa bütün kabahatin Ali'de olduğunu sanır. Canı istedi gitti, çocuğu
niye suçluyorsun?" dedi.
Ahmet bey,
biraz da yıllarca annesinin yanlarında olduğu için karısına duyduğu eziklikten
kurtulmanın rahatlığı ile sesini daha da yükselterek:
-"Allah,
Allah... Neden acaba gitmeyi istesin ki? Zaten hasta kadın. Gecenin bir
vaktinde ölse kimsenin haberi bile olmayacak. Gittikçe öfkelenirken birden
gerçek kfasına dank etti.
Ya gerçekten
annesine bir şey olursa? Bunu nasıl düşünmemişti?
Hemen yatak
odasında dalıp pijamalarının üstüne pantolonunu geçirdi. Paltosunu aldı. Dışarı
çıkarken Huriye hanım, o sessiz sakin adamın birden bire böylesine
sinirlenmesinden endişeli:
-"O kadar
üzülüyorsan söyle geri gelsin. Ona git diyen mi oldu? Zaten iki parça eşya.
Yeniden buraya taşırız olur biter." diye seslendi.
Dışarıda hava
buz gibiydi. Temiz havayı ciğerlerine çekti. Sokak lambaları, gecenin ayazında
parlak ışıklarını geceye saçıyordu. Bulutlar karanlık, gökyüzünde belli
belirsizdi. Ahmet bey düşünmek için güçlükle yürürken:
-"İnşallah
yatmamıştır." diye düşündü. Saat 22'yi geçiyordu. Annesinden yedek anahtar
almayı da akıl etmemişti. Yoksa sabaha kadar meraktan uyuyamayacaktı. Eve
yaklaştığında baktı, evin lambası yanıyordu, rahatladı. Zile hafifçe dokundu.
İçeride hiç bir hareket duyulmuyordu. Birden heyecanlandı. Zile birkaç kez üst
üste bastı. Sonunda bir tıkırtı duyuldu. Derken kapı açıldı. Annesi geceliğini
giymiş, her zaman olduğu gibi başını beyaz bir tülbentle sımsıkı bağlamıştı.
Belli ki yatmaya hazırlanıyordu.
Büyük hanım
oğlunu bu saatte kapının önünde görünce biraz şaşırdı. Oğlunun yüzü ne kadar da
solgun görünüyordu. Sanki on yaş yaşlanmıştı. Yoksa Allah korusun hasta mıydı?
Acaba önceden de böyleydi de şimdi mi farkına varıyordu. Birden içini
dayanılmaz bir acıma duygusu kapladı. Onu içeri buyur etti.
Ahmet bey
annesine sımsıkı sarıldı:
-"Canım
anam benim. Nasıl odluğunu merak ettim. Yatmadan bir göreyim dedim."
Büyük hanımın
bir anda bütün öfkesi sönüverdi. Gözleri doldu. Sen beni merak etme. Ben
iyiyim, üzülme" diyebildi.
-"Anacığım
eğer rahat değilsen, biliyorsun evimiz senin de evin. Her zaman başımızın
tacısın istediğin zaman dönebilirsin. Ben buraya gelirken gelininle torunun
seni eve götürmem için arkamdan bağırdılar." dedi.
Yaşlı kadın
sabahtan beri güçlükle tuttuğu göz yaşlarına daha fazla engel olamayacağını
anladı. Ama ağladığını oğlu görsün istemiyordu. Bir gayret ayağa kalktı,
mutfağa doğru yürüdü.
Ahmet bey:
-"Nereye
anacığım?" diye sordu.
Annesi
güçlükle:
-"Bir
kahve yapayım, içeriz" diyebildi.
Ahmet bey
gidip, anacığının koluna girdi, onu tekrar divana oturturken:
-"Çok
kalmayacağım, biliyorsun yarın mesai var. Gel şöyle otur, biraz
konuşalım." dedi.
Bir müddet
oradan buradan konuştular. Büyük hanım sakinleşmişti. Sonra Ahmet bey kalktı.
Giderken kapının anahtarını istedi.
-"Yarın
erkenden ekmeğini alırım. Seni uyandırmayayım." dedi. Annesinin
yanaklarından öpüp ayrıldı.
Yaşlı kadının
kininden eser kalmamıştı. Düşündü, aslında oğlunu, gelinini, hele torununu çok
seviyordu. Hepsi de çok iyiydiler. Kocası öldüğünde bir tek onların yanına
sığınabilmişti. Sabahleyin "Hakkımı helal etmeyeceğim" dediğine
pişman oldu. "Hepsine hakkım bin kere helal olsun" dedi.
Yatarken her
zaman olduğu gibi çocuklarına, gelinlerine, torunlarına tek tek dua etti.
Sabahleyin
Ahmet bey erkenden ekmek aldı, sessizce kapıyı açıp ekmeği masanın üzerine
bıraktı.
Annesi
uyuyordu. Dayanamayıp yanına gitti. Eli ile yanağını okşadı. Yanağı buz gibi
idi. Büyük korkuya kapıldı. Nabzını tuttu. Yanılmamıştı. Sevgili anacığı çoktan
Allah'ın rahmetine kavuşmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder