Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman
içinde, develer tellâl iken, sinekler berber iken, bir köyde Ali ile Veli
isminde iki kardeş yaşarmış.
Bir gün iki kardeş, kentin pazarına yumurta satmak için
giderken, yolda bembeyaz sakalı yerlere kadar uzamış yaşlı mı yaşlı bir dedeye
rastlamışlar. Dede, onlara selâm verip:
-“Çocuklar, yanınızda yiyecek bir şeyiniz var mı? Uzun bir
yoldan geliyorum. Karnım fena halde acıktı.” demiş.
Ali:
-“Doğrusu dedeciğim, yiyeceğimiz var ama ancak bize yetecek
kadar. Size verecek olursak bu kez de biz aç kalırız.” demiş, yiyeceklerinden
dedeye vermek istememiş. Veli ise:
-“Ben gencim, aç kalsam da dayanabilirim.” deyip kendi
payının yarısını dedeye vermiş.
Dede az çok karnını doyurduktan sonra:
-“Sağ olun çocuklar.” demiş. “Siz benim açlığımı giderdiniz.
Ben peri padişahıyım. Sizleri denedim. Eğer isterseniz, ben de size yedi yıl
beğendiğiniz hayatı verebilirim. Yedi yıl sonra gene tam bu saatte burada
olursunuz.” demiş.
İki kardeş de dedenin sözlerine pek sevinmişler. Ali:
-“Ben” demiş. “Bir padişah olmak isterim. Öyle bir padişah
ki; halkım bir dediğimi iki etmesin, sarayım dünyanın en büyük sarayı olsun.
Tacımın, tahtımın kıymetine paha biçilmesin”.
Veli:
-“Benim tahtta, taçta gözüm yok. Bu yedi yılımı boş geçirmek
istemem. Ben de sanat öğrenmek istiyorum. Öyle şeyler yapayım ki; görenler
hayran olsun, bu sanatı benden başka bilen, yapan olmasın.” demiş.
Yaşlı adam, iki kardeşe de sakalından ikişer kıl vermiş. (Bunları
birbirine sürtün) demiş ve ortadan kaybolmuş. Onlar da dedenin dediklerini
aynen yapmışlar.
Ali, kendisini büyük bir kentte bulmuş. Etrafı öyle
kalabalıkmış, öyle kalabalıkmış ki; iğne atılsa yere düşmezmiş. Yanındakilere:
-“Burada ne oluyor? Neden böyle kalabalık?” diye sormuş.
Onlar da:
-“Padişahımız öldü. Kendimize yeni bir padişah seçeceğiz.
Onun için toplandık.” demişler. Ali:
-“Peki, padişahınızı nasıl seçeceksiniz?” diye sorunca da:
-“Ülkemizde kutsal bir kuş vardır. Şimdi o kuşu salacaklar.
Kuş kimin başına konarsa padişahımız o olur.” demişler.
Çok geçmeden, kutsal kuşu salmışlar. Kuş uçmuş, uçmuş, gelip
Ali’nin başına konmuş.
O anda kentliler yerlere kapanıp Ali’ye saygı gösterisinde
bulunmuşlar, sonra da büyük bir merasimle, üstü son derece süslü tacı başına
takmışlar, saraya götürmüşler.
Saray, Ali’nin hayal edemeyeceği kadar büyük ve gösterişli
imiş. Her yanı ışıl ışıl parlıyor, uşaklar, cariyeler padişahın bir dediğini
iki etmemek için koşturup duruyorlarmış.
Artık Ali’nin keyfine diyecek yokmuş. Her yaptığı iş
beğeniliyor, göklere çıkarılıyormuş. Ali, bu güzel yaşantıya devam ededursun,
Veli de kendisini büyük bir kentte bulmuş. Bu kentin insanları son derece
çalışkanmış. Veli birkaç kez kentlilerle konuşup ahbaplık etmek istemiş. Fakat
nedense hiç birisi Veli ile konuşmaya yanaşmamış. Hatta, içlerinden Veli’yi
azarlayanlar bile çıkmış. Veli, geldiğine geleceğine bin pişman, üzgün üzgün
dolaşırken, birden karşısında buraya gelmesine sebep olan beyaz sakallı dedeyi
görmüş. Dede, küçük bir dükkânın kapısının önünde durmuş, gülümseyerek ona
bakıyormuş. Hemen koşup dedenin elini öpmüş ve:
-“Bu ne biçim kent böyle dedeciğim? Benimle kimse konuşmak
istemiyor. Yoksa bilmeden fena bir davranışta mı bulundum?” demiş. Dede:
-“Oğlum, bu kentte tembel insanları hiç sevmezler. Tembel
bir insanın bütün ülkeye zararı vardır. Kentliler senin aylak aylak dolaştığını
görünce kızmışlardır. Ama sen çalıştıkça, hele hele başarılı oldukça, dostların
da artar. Üzülme.” demiş. Veli:
-“Öyle ise dedeciğim, ben bütün kentlilerle dost olmak
istiyorum. Biliyorsunuz buraya kimsenin yapamayacağı bir sanatı öğrenmeye
geldim. Bana yardım eder misiniz? Bu sanatı bana kim öğretebilir?” Dede:
-“Bu kentte kimsenin bilmediği bir sanat vardır. Onu da
yalnız ben bilirim. Sana ayna yapmayı öğreteceğim. Bu ayna öyle bir aynadır ki;
ona bakıp (Ey ayna, güzel ayna, dostum kim göster bana) dersen dostunu,
(Düşmanım kim göster bana) dersen düşmanını gösterir. Sevdiklerini,
sevmediklerini kimi istersen görebilirsin. Hem de o anda ne yapıyorlarsa öylece
görürsün. Aynayı başının üstüne koyunca da görünmez olursun. Sen herkesi
görürsün, fakat kimse seni göremez.” demiş. Veli:
-“Dedeciğim ne olur bana bu sanatı öğret.” diye rica edince
dede:
-“Yalnız, bu sanatı öğrenmek öyle pek kolay değildir. Bugüne
kadar yüzlerce insan gelip yıllarca yanımda çalıştılar. Fakat hiçbirisi
öğrenemedi. Boşu boşuna zaman geçirmiş oldular. Bu çalışkan insanların bile
öğrenemediği bir sanatı sen başarabilecek misin?” diye sorunca Veli:
-“Başaracağım dedeciğim, göreceksiniz.” demiş. Dede:
-“Madem ısrar ediyorsun, yarından itibaren çalışmaya
başlayalım. Yalnız bugüne kadar kimseye vermediğim bazı öğütleri sana
vereceğim. Çünkü seni çok sevdim. Birinci öğüdüm şu; Sevmesini bilmelisin.
Sevgi insanın ruhunu yüceltir. Sanatkâr insanın ruhu da yüce olur. Onun için
herkesi sev. İkinci öğüdüm; Bu kentin insanının tek kusuru vardır. Biraz
kıskançtırlar. Senin başarını kıskanıp, yaptıklarını küçümseyenler ve tenkit
edenler olabilir. Hattâ, çalışmanı engellemek isteyenler de çıkabilir. Sakın
üzülüp, sinirlenip bu işten vazgeçme. Onları da tıpkı seni teşvik edenler gibi
dinle ve teşekkür et. Kimbilir belki de sözlerinde gerçek payı vardır. Düşün ve
onlardan yararlanmaya bak. Üçüncü öğüdüm ise; yaptıklarınla asla gururlanma.
Gurur insanın ilerlemesine engel olur ve çok sabırlı ol. Bu işi başaracağına
ben de inanıyorum.” demiş.
Veli, verdiği öğütler için yaşlı adama teşekkür etmiş,
ertesi gün de işe başlamış. Tam yedi yıl, gece dememiş, gündüz dememiş bütün
gücü ile çalışmış, didinmiş. Çalıştıkça da kentlilerin sevgisini kazanmış.
Onları çok sevmiş, tenkitlerini güler yüzle karşılamayı öğrenmiş. Bu arada
çalışmaktan vazgeçecek kadar sıkıntılı, yorucu günleri olmuş. Ama yedi yılın
sonunda ayna yapmayı başarmış.
Bir gün dede, Veli’nin yanına gelmiş:
-“Hadi oğlum, artık ülkene dönme saati geldi. Sana
mutluluklar dilerim.” demiş. Veli, dedenin elini öpmüş, o da Veli’nin
gözlerinden öpmüş. O anda Veli kendini, dedeye ilk rastladıkları yerde bulmuş.
Ali de yanında duruyormuş. Sanki aradan yedi yıl geçmemiş gibi, gene eski
giysileri üzerlerinde, yumurtalar ve azıklar ellerinde imiş. Hemen pazara gidip
yumurtaları satıp köye dönmüşler. Başlarından geçenleri annelerine anlatmışlar.
Anneleri:
-“Anlaşılan sizi güneş çarpmış. Siz gideli daha bir gece
bile geçmedi. Yedi yıl nasıl geçer?” deyip onlara gülmüş.
Yalnız, o günden sonra Ali ve Veli’de büyük bir değişiklik
olmuş. Ali; yedi yıl hep kendisine saygı gösteren, onu pohpohlayan insanlara
alıştığı için, her önüne gelene emir vermeye, etrafındaki insanları
beğenmemeye, küçümsemeye başlamış. Birisi yanlışını çıkaracak olsa, kızıp
köpürüyormuş. Hiç çalışmıyor, sabahtan akşama kadar aylak aylak dolaşıyormuş.
Üstelik de önüne gelen yemekleri beğenmiyormuş. Kısa zamanda köyde tek bir
dostu bile kalmamış. Veli ise; çalışkanlığı, hoş görürlüğü ile bütün köyün
kalbini kazanmış.
O ülkenin padişahının güzeller güzeli bir kızı varmış. Kız,
öyle güzel, öyle güzelmiş ki; görenler günlerce unutamaz, anlata anlata
bitiremezlermiş. Her gün saraya, padişah oğullarından tutun da ülkenin ileri
gelen ailelerinden yüzlerce insan dünür gelirmiş. Fakat padişah, hiç birine
kızını vermek istemez:
-“Ben kızımı dünyanın en hünerli insanına vereceğim.”
dermiş.
Bunu duyan Veli, hemen
dededen öğrendiği sihirli aynadan bir tane yapıp saraya gitmiş. Padişahtan
kızını istemiş. Padişah hünerini görmek isteyince de aynayı vermiş:
-“Padişahım siz bu aynaya bakıp; (Ey ayna, güzel ayna dostum
kim göster bana) derseniz dostunuzu, (Düşmanım kim göster bana) derseniz
düşmanınızı gösterir. Kimi isterseniz bu aynanın içinde görebilirsiniz.” demiş.
Padişah aynaya bakıp; (Ey ayna, güzel ayna, düşmanım kimse
göster bana) demiş, bir de ne görsün? Aynada veziri görünmemiş mi? Vezirin
yanında da iri yarı bir adam varmış. Onunla heyecanlı heyecanlı birşeyler
konuşuyormuş. Padişah çok şaşırmış. Veli’ye:
-“Senin ayna yalan söylüyor. Benim vezirim bana düşman olmaz.”
diye bağırmış. Veli:
-“Kolayı var padişahım. Aynayı başınızın üstüne koyarsanız
görünmez olursunuz. Siz herkesi görürsünüz ama kimse sizi göremez. Dilerseniz
görünmez olup vezirinizin yanına gidiniz. Böylece gerçekten düşmanınız olup
olmadığını öğrenmiş olursunuz.”
Padişah, Veli’nin dediği gibi yapmış ve doğru vezirin yanına
gitmiş. Meğer o sırada vezir, yanındaki iri yarı adama, padişahı öldürmesi için
para veriyormuş. Padişah olanları görünce gerisin geri dönmüş, muhafızlarını
çağırtıp vezirini cezalandırmış.
Veli’yi de hem kendisine vezir yapmış, hem de kızını vermiş,
kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muratlarına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder