18 Ocak 2017 Çarşamba

Ali ile Veli



         Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl iken, sinekler berber iken, bir köyde Ali ile Veli isminde iki kardeş yaşarmış.
         Bir gün iki kardeş, kentin pazarına yumurta satmak için giderken, yolda bembeyaz sakalı yerlere kadar uzamış yaşlı mı yaşlı bir dedeye rastlamışlar. Dede, onlara selâm verip:
         -“Çocuklar, yanınızda yiyecek bir şeyiniz var mı? Uzun bir yoldan geliyorum. Karnım fena halde acıktı.” demiş.
         Ali:
         -“Doğrusu dedeciğim, yiyeceğimiz var ama ancak bize yetecek kadar. Size verecek olursak bu kez de biz aç kalırız.” demiş, yiyeceklerinden dedeye vermek istememiş. Veli ise:
         -“Ben gencim, aç kalsam da dayanabilirim.” deyip kendi payının yarısını dedeye vermiş.
         Dede az çok karnını doyurduktan sonra:
         -“Sağ olun çocuklar.” demiş. “Siz benim açlığımı giderdiniz. Ben peri padişahıyım. Sizleri denedim. Eğer isterseniz, ben de size yedi yıl beğendiğiniz hayatı verebilirim. Yedi yıl sonra gene tam bu saatte burada olursunuz.” demiş.
         İki kardeş de dedenin sözlerine pek sevinmişler. Ali:
         -“Ben” demiş. “Bir padişah olmak isterim. Öyle bir padişah ki; halkım bir dediğimi iki etmesin, sarayım dünyanın en büyük sarayı olsun. Tacımın, tahtımın kıymetine paha biçilmesin”.
         Veli:
         -“Benim tahtta, taçta gözüm yok. Bu yedi yılımı boş geçirmek istemem. Ben de sanat öğrenmek istiyorum. Öyle şeyler yapayım ki; görenler hayran olsun, bu sanatı benden başka bilen, yapan olmasın.” demiş.
         Yaşlı adam, iki kardeşe de sakalından ikişer kıl vermiş. (Bunları birbirine sürtün) demiş ve ortadan kaybolmuş. Onlar da dedenin dediklerini aynen yapmışlar.
         Ali, kendisini büyük bir kentte bulmuş. Etrafı öyle kalabalıkmış, öyle kalabalıkmış ki; iğne atılsa yere düşmezmiş. Yanındakilere:
         -“Burada ne oluyor? Neden böyle kalabalık?” diye sormuş. Onlar da:
         -“Padişahımız öldü. Kendimize yeni bir padişah seçeceğiz. Onun için toplandık.” demişler. Ali:
         -“Peki, padişahınızı nasıl seçeceksiniz?” diye sorunca da:
         -“Ülkemizde kutsal bir kuş vardır. Şimdi o kuşu salacaklar. Kuş kimin başına konarsa padişahımız o olur.” demişler.
         Çok geçmeden, kutsal kuşu salmışlar. Kuş uçmuş, uçmuş, gelip Ali’nin başına konmuş.
         O anda kentliler yerlere kapanıp Ali’ye saygı gösterisinde bulunmuşlar, sonra da büyük bir merasimle, üstü son derece süslü tacı başına takmışlar, saraya götürmüşler.
         Saray, Ali’nin hayal edemeyeceği kadar büyük ve gösterişli imiş. Her yanı ışıl ışıl parlıyor, uşaklar, cariyeler padişahın bir dediğini iki etmemek için koşturup duruyorlarmış.
         Artık Ali’nin keyfine diyecek yokmuş. Her yaptığı iş beğeniliyor, göklere çıkarılıyormuş. Ali, bu güzel yaşantıya devam ededursun, Veli de kendisini büyük bir kentte bulmuş. Bu kentin insanları son derece çalışkanmış. Veli birkaç kez kentlilerle konuşup ahbaplık etmek istemiş. Fakat nedense hiç birisi Veli ile konuşmaya yanaşmamış. Hatta, içlerinden Veli’yi azarlayanlar bile çıkmış. Veli, geldiğine geleceğine bin pişman, üzgün üzgün dolaşırken, birden karşısında buraya gelmesine sebep olan beyaz sakallı dedeyi görmüş. Dede, küçük bir dükkânın kapısının önünde durmuş, gülümseyerek ona bakıyormuş. Hemen koşup dedenin elini öpmüş ve:
         -“Bu ne biçim kent böyle dedeciğim? Benimle kimse konuşmak istemiyor. Yoksa bilmeden fena bir davranışta mı bulundum?” demiş. Dede:
         -“Oğlum, bu kentte tembel insanları hiç sevmezler. Tembel bir insanın bütün ülkeye zararı vardır. Kentliler senin aylak aylak dolaştığını görünce kızmışlardır. Ama sen çalıştıkça, hele hele başarılı oldukça, dostların da artar. Üzülme.” demiş. Veli:
         -“Öyle ise dedeciğim, ben bütün kentlilerle dost olmak istiyorum. Biliyorsunuz buraya kimsenin yapamayacağı bir sanatı öğrenmeye geldim. Bana yardım eder misiniz? Bu sanatı bana kim öğretebilir?”  Dede:
         -“Bu kentte kimsenin bilmediği bir sanat vardır. Onu da yalnız ben bilirim. Sana ayna yapmayı öğreteceğim. Bu ayna öyle bir aynadır ki; ona bakıp (Ey ayna, güzel ayna, dostum kim göster bana) dersen dostunu, (Düşmanım kim göster bana) dersen düşmanını gösterir. Sevdiklerini, sevmediklerini kimi istersen görebilirsin. Hem de o anda ne yapıyorlarsa öylece görürsün. Aynayı başının üstüne koyunca da görünmez olursun. Sen herkesi görürsün, fakat kimse seni göremez.” demiş. Veli:
         -“Dedeciğim ne olur bana bu sanatı öğret.” diye rica edince dede:
         -“Yalnız, bu sanatı öğrenmek öyle pek kolay değildir. Bugüne kadar yüzlerce insan gelip yıllarca yanımda çalıştılar. Fakat hiçbirisi öğrenemedi. Boşu boşuna zaman geçirmiş oldular. Bu çalışkan insanların bile öğrenemediği bir sanatı sen başarabilecek misin?” diye sorunca Veli:
         -“Başaracağım dedeciğim, göreceksiniz.” demiş. Dede:
         -“Madem ısrar ediyorsun, yarından itibaren çalışmaya başlayalım. Yalnız bugüne kadar kimseye vermediğim bazı öğütleri sana vereceğim. Çünkü seni çok sevdim. Birinci öğüdüm şu; Sevmesini bilmelisin. Sevgi insanın ruhunu yüceltir. Sanatkâr insanın ruhu da yüce olur. Onun için herkesi sev. İkinci öğüdüm; Bu kentin insanının tek kusuru vardır. Biraz kıskançtırlar. Senin başarını kıskanıp, yaptıklarını küçümseyenler ve tenkit edenler olabilir. Hattâ, çalışmanı engellemek isteyenler de çıkabilir. Sakın üzülüp, sinirlenip bu işten vazgeçme. Onları da tıpkı seni teşvik edenler gibi dinle ve teşekkür et. Kimbilir belki de sözlerinde gerçek payı vardır. Düşün ve onlardan yararlanmaya bak. Üçüncü öğüdüm ise; yaptıklarınla asla gururlanma. Gurur insanın ilerlemesine engel olur ve çok sabırlı ol. Bu işi başaracağına ben de inanıyorum.” demiş.
         Veli, verdiği öğütler için yaşlı adama teşekkür etmiş, ertesi gün de işe başlamış. Tam yedi yıl, gece dememiş, gündüz dememiş bütün gücü ile çalışmış, didinmiş. Çalıştıkça da kentlilerin sevgisini kazanmış. Onları çok sevmiş, tenkitlerini güler yüzle karşılamayı öğrenmiş. Bu arada çalışmaktan vazgeçecek kadar sıkıntılı, yorucu günleri olmuş. Ama yedi yılın sonunda ayna yapmayı başarmış.
         Bir gün dede, Veli’nin yanına gelmiş:
         -“Hadi oğlum, artık ülkene dönme saati geldi. Sana mutluluklar dilerim.” demiş. Veli, dedenin elini öpmüş, o da Veli’nin gözlerinden öpmüş. O anda Veli kendini, dedeye ilk rastladıkları yerde bulmuş. Ali de yanında duruyormuş. Sanki aradan yedi yıl geçmemiş gibi, gene eski giysileri üzerlerinde, yumurtalar ve azıklar ellerinde imiş. Hemen pazara gidip yumurtaları satıp köye dönmüşler. Başlarından geçenleri annelerine anlatmışlar. Anneleri:
         -“Anlaşılan sizi güneş çarpmış. Siz gideli daha bir gece bile geçmedi. Yedi yıl nasıl geçer?” deyip onlara gülmüş.
         Yalnız, o günden sonra Ali ve Veli’de büyük bir değişiklik olmuş. Ali; yedi yıl hep kendisine saygı gösteren, onu pohpohlayan insanlara alıştığı için, her önüne gelene emir vermeye, etrafındaki insanları beğenmemeye, küçümsemeye başlamış. Birisi yanlışını çıkaracak olsa, kızıp köpürüyormuş. Hiç çalışmıyor, sabahtan akşama kadar aylak aylak dolaşıyormuş. Üstelik de önüne gelen yemekleri beğenmiyormuş. Kısa zamanda köyde tek bir dostu bile kalmamış. Veli ise; çalışkanlığı, hoş görürlüğü ile bütün köyün kalbini kazanmış.
         O ülkenin padişahının güzeller güzeli bir kızı varmış. Kız, öyle güzel, öyle güzelmiş ki; görenler günlerce unutamaz, anlata anlata bitiremezlermiş. Her gün saraya, padişah oğullarından tutun da ülkenin ileri gelen ailelerinden yüzlerce insan dünür gelirmiş. Fakat padişah, hiç birine kızını vermek istemez:
         -“Ben kızımı dünyanın en hünerli insanına vereceğim.” dermiş.
Bunu duyan Veli, hemen dededen öğrendiği sihirli aynadan bir tane yapıp saraya gitmiş. Padişahtan kızını istemiş. Padişah hünerini görmek isteyince de aynayı vermiş:
         -“Padişahım siz bu aynaya bakıp; (Ey ayna, güzel ayna dostum kim göster bana) derseniz dostunuzu, (Düşmanım kim göster bana) derseniz düşmanınızı gösterir. Kimi isterseniz bu aynanın içinde görebilirsiniz.” demiş.
         Padişah aynaya bakıp; (Ey ayna, güzel ayna, düşmanım kimse göster bana) demiş, bir de ne görsün? Aynada veziri görünmemiş mi? Vezirin yanında da iri yarı bir adam varmış. Onunla heyecanlı heyecanlı birşeyler konuşuyormuş. Padişah çok şaşırmış. Veli’ye:
         -“Senin ayna yalan söylüyor. Benim vezirim bana düşman olmaz.” diye bağırmış. Veli:
         -“Kolayı var padişahım. Aynayı başınızın üstüne koyarsanız görünmez olursunuz. Siz herkesi görürsünüz ama kimse sizi göremez. Dilerseniz görünmez olup vezirinizin yanına gidiniz. Böylece gerçekten düşmanınız olup olmadığını öğrenmiş olursunuz.”
         Padişah, Veli’nin dediği gibi yapmış ve doğru vezirin yanına gitmiş. Meğer o sırada vezir, yanındaki iri yarı adama, padişahı öldürmesi için para veriyormuş. Padişah olanları görünce gerisin geri dönmüş, muhafızlarını çağırtıp vezirini cezalandırmış.
         Veli’yi de hem kendisine vezir yapmış, hem de kızını vermiş, kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muratlarına.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder