18 Ocak 2017 Çarşamba

Sabır Taşı



         Bundan senelerce önce, bir padişahın birbirinden güzel üç kızı varmış.
         Padişahın kızları, büyüyüp de evlenme çağına gelince; bir gün padişah vezirini çağırıp:
         -“Kızlarımı evlendirmeye karar verdim. Ülkedeki delikanlılara haber sal, üç gün sonra hepsi sarayın önünde toplansınlar.” demiş.
         O ülkede töre böyle imiş. Padişah kızları evlenme çağına gelince; bir çığırtkan salınır, kararlaştırılan gün ülkenin bütün delikanlıları sarayın önünde yoplanırlarmış. Padişah kızları ellerine birer elma alıp balkona çıkarlar, elmaları balkondan aşağı atarlarmış. Elma kimin başına düşerse, kız onunla evlenirmiş.
         Vezir, padişahın emrini yerine getirmiş. Üç gün sonra ülkede ne kadar delikanlı varsa hepsi sarayın önünde toplanmışlar.
         Önce padişahın büyük kızı balkona çıkmış, elindeki elmayı atmış. Elma gidip vezirin büyük oğlunun başına düşmüş. Sonra ortanca kız çıkmış, o da elmayı atmış. Onun elması da vezirin ikinci oğlunun başına düşmüş. Sıra padişahın en güzel kızı olan üçüncüye gelmiş. O da elindeki elmayı atmış. Elma kalabalıkta yuvarlana yuvarlana gidip bir oyuktan içeri girmiş. Hemen elmanın düştüğü yere bakmışlar, bir de ne görsünler, elma bir kurbağanın başına düşmemiş mi? Oradakiler:
         -“Bunu saymayalım. Prensesimiz elmayı yeniden atsın. Hiç kurbağa ile evlenilir mi?” diye karşı koymuşlar.
         Küçük prenses elmayı yeniden atmış. Elma gene yuvarlana yuvarlana aynı delikten içeri düşmüş. Tekrar itiraz edilmiş, elma yeniden atılmış. Fakat her seferinde elma gidip aynı kurbağanın başına düşmüş. Sonunda olanları padişaha anlatmışlar. Padişah:
         -“Ne yapalım? Demek ki kızımın kısmetinde de bir kurbağa varmış.” demiş. Kurbağanın bulunduğu oyuğun üstüne küçük bir kulübe yaptırmış, kızını oraya gelin göndermiş.
         Zavallı küçük prenses iki gözü iki çeşme akşama kadar ağlamış, kötü talihine küsmüş. Akşam olunca bir de ne görsün? Yanındaki kurbağa bir silkinişte öyle bir delikanlı olmuş ki; küçük prenses böyle yakışıklı birini o güne dek ne görmüş, ne de göreni işitmiş. O anda ona aşık oluvermiş. Delikanlının durduğu delik de büyük mü büyük bir saray olmuş. Güzel delikanlı, prensesin çok şaşırdığını görünce:
         -“Ben bir padişah oğluyum. Beni bir büyücü, kendisi ile evlenmediğim için bu hale soktu. Gündüzleri kurbağa olurum, geceleri büyü bozulur, prens olurum.” diye başından geçenleri anlatmış. Sonra da, “Sakın bu sırrımı kimseye söyleme. Sırrımı bir duyan olursa, beyaz bir kuş olur uçar giderim. Bir daha beni hiç göremezsin.” diye sıkı sıkı tembihlemiş. Prenses de söz vermiş. Böylece çok mutlu bir yaşantıya başlamışlar.
         Derken efendim; aradan günler, aylar geçmiş. Prensesin iki ablası:
         -“Küçük kardeşimize ne oldu acaba? Hiç sesi soluğu çıkmıyor. O küçük kulübede gün boyu ne yapıyor?” diye merak etmişler. Kendilerinin küçük kulübede rahatsız olacaklarını düşünüp, bir haberci ile küçük prensesi çağırtmışlar. Küçük kardeşleri gelince de kendi yaşantılarını böbürlene böbürlene anlatmışlar ve ona çok acıdıklarını söylemişler.
         Küçük prenses ablalarının öğünmelerine daha fazla dayanamayıp, kocasının aslında çok yakışıklı bir prens olduğunu, kendisinin de büyük bir sarayda oturduğunu söyleyivermiş. O anda beyaz bir kuş gelip pencereye  konmuş. Küçük prensese uzun uzun bakıp uçup gitmiş. Küçük prenses kuşu görür görmez aklı başına gelmiş. Söylediğine, söyleyeceğine bin pişman olmuş. Ama iş işten geçmiş. O günden sonra yemeden içmeden kesilmiş. Gözlerinden kanlı yaşlar akıncaya kadar ağlamış durmuş.
         O zamanlar sabır taşı denilen bir taş varmış. Derdi olan, derdini bu taşa anlatıp az çok rahatlarmış. Küçük prenses de bir sabır taşı almış. Gece gündüz derdini bu taşa dökmüş. Böylece tam kırk gün kırk gece geçmiş. Kırkıncı günün sonunda, sabır taşı prensesin derdine daha fazla dayanamayıp paramparça olmuş. Küçük prenses:
-“Sabır taşı bile benim derdime dayanamayıp parçalandı. Ben bu derde nasıl dayanırım?” diye tam canına kıyacakmış ki; birden karşısında yakışıklı prensini görmüş. Prens:
-“Senin gözyaşların sabır taşını parçaladı. Bana büyü yapan; (Ne zaman ki seni seven birinin gözyaşları sabır taşını çatlatırsa, büyü o zaman bozulur) demişti. Artık büyü bozuldu. Bundan sonra hiç ayrılmayacağız.” demiş.
Küçük prenses çok sevinmiş. Yakışıklı prensini hemen babasının ve ablalarının yanına götürüp onlarla tanışırmış. Yeniden kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muratlarına, biz de erelim muradımıza.
Gökten üç elma düştü. Biri size, biri bu masalı yazana, birisi de kim önce kaparsa onun olsun sevgili çocuklar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder