Bundan senelerce önce, bir padişahın birbirinden güzel üç
kızı varmış.
Padişahın kızları, büyüyüp de evlenme çağına gelince; bir
gün padişah vezirini çağırıp:
-“Kızlarımı evlendirmeye karar verdim. Ülkedeki
delikanlılara haber sal, üç gün sonra hepsi sarayın önünde toplansınlar.”
demiş.
O ülkede töre böyle imiş. Padişah kızları evlenme çağına
gelince; bir çığırtkan salınır, kararlaştırılan gün ülkenin bütün delikanlıları
sarayın önünde yoplanırlarmış. Padişah kızları ellerine birer elma alıp balkona
çıkarlar, elmaları balkondan aşağı atarlarmış. Elma kimin başına düşerse, kız
onunla evlenirmiş.
Vezir, padişahın emrini yerine getirmiş. Üç gün sonra ülkede
ne kadar delikanlı varsa hepsi sarayın önünde toplanmışlar.
Önce padişahın büyük kızı balkona çıkmış, elindeki elmayı
atmış. Elma gidip vezirin büyük oğlunun başına düşmüş. Sonra ortanca kız
çıkmış, o da elmayı atmış. Onun elması da vezirin ikinci oğlunun başına düşmüş.
Sıra padişahın en güzel kızı olan üçüncüye gelmiş. O da elindeki elmayı atmış.
Elma kalabalıkta yuvarlana yuvarlana gidip bir oyuktan içeri girmiş. Hemen
elmanın düştüğü yere bakmışlar, bir de ne görsünler, elma bir kurbağanın başına
düşmemiş mi? Oradakiler:
-“Bunu saymayalım. Prensesimiz elmayı yeniden atsın. Hiç
kurbağa ile evlenilir mi?” diye karşı koymuşlar.
Küçük prenses elmayı yeniden atmış. Elma gene yuvarlana
yuvarlana aynı delikten içeri düşmüş. Tekrar itiraz edilmiş, elma yeniden
atılmış. Fakat her seferinde elma gidip aynı kurbağanın başına düşmüş. Sonunda
olanları padişaha anlatmışlar. Padişah:
-“Ne yapalım? Demek ki kızımın kısmetinde de bir kurbağa
varmış.” demiş. Kurbağanın bulunduğu oyuğun üstüne küçük bir kulübe yaptırmış,
kızını oraya gelin göndermiş.
Zavallı küçük prenses iki gözü iki çeşme akşama kadar ağlamış,
kötü talihine küsmüş. Akşam olunca bir de ne görsün? Yanındaki kurbağa bir
silkinişte öyle bir delikanlı olmuş ki; küçük prenses böyle yakışıklı birini o
güne dek ne görmüş, ne de göreni işitmiş. O anda ona aşık oluvermiş.
Delikanlının durduğu delik de büyük mü büyük bir saray olmuş. Güzel delikanlı,
prensesin çok şaşırdığını görünce:
-“Ben bir padişah oğluyum. Beni bir büyücü, kendisi ile
evlenmediğim için bu hale soktu. Gündüzleri kurbağa olurum, geceleri büyü
bozulur, prens olurum.” diye başından geçenleri anlatmış. Sonra da, “Sakın bu
sırrımı kimseye söyleme. Sırrımı bir duyan olursa, beyaz bir kuş olur uçar
giderim. Bir daha beni hiç göremezsin.” diye sıkı sıkı tembihlemiş. Prenses de
söz vermiş. Böylece çok mutlu bir yaşantıya başlamışlar.
Derken efendim; aradan günler, aylar geçmiş. Prensesin iki
ablası:
-“Küçük kardeşimize ne oldu acaba? Hiç sesi soluğu çıkmıyor.
O küçük kulübede gün boyu ne yapıyor?” diye merak etmişler. Kendilerinin küçük
kulübede rahatsız olacaklarını düşünüp, bir haberci ile küçük prensesi
çağırtmışlar. Küçük kardeşleri gelince de kendi yaşantılarını böbürlene
böbürlene anlatmışlar ve ona çok acıdıklarını söylemişler.
Küçük prenses ablalarının öğünmelerine daha fazla
dayanamayıp, kocasının aslında çok yakışıklı bir prens olduğunu, kendisinin de
büyük bir sarayda oturduğunu söyleyivermiş. O anda beyaz bir kuş gelip
pencereye konmuş. Küçük prensese uzun
uzun bakıp uçup gitmiş. Küçük prenses kuşu görür görmez aklı başına gelmiş.
Söylediğine, söyleyeceğine bin pişman olmuş. Ama iş işten geçmiş. O günden
sonra yemeden içmeden kesilmiş. Gözlerinden kanlı yaşlar akıncaya kadar ağlamış
durmuş.
O zamanlar sabır taşı denilen bir taş varmış. Derdi olan,
derdini bu taşa anlatıp az çok rahatlarmış. Küçük prenses de bir sabır taşı
almış. Gece gündüz derdini bu taşa dökmüş. Böylece tam kırk gün kırk gece
geçmiş. Kırkıncı günün sonunda, sabır taşı prensesin derdine daha fazla
dayanamayıp paramparça olmuş. Küçük prenses:
-“Sabır
taşı bile benim derdime dayanamayıp parçalandı. Ben bu derde nasıl dayanırım?”
diye tam canına kıyacakmış ki; birden karşısında yakışıklı prensini görmüş.
Prens:
-“Senin
gözyaşların sabır taşını parçaladı. Bana büyü yapan; (Ne zaman ki seni seven
birinin gözyaşları sabır taşını çatlatırsa, büyü o zaman bozulur) demişti.
Artık büyü bozuldu. Bundan sonra hiç ayrılmayacağız.” demiş.
Küçük
prenses çok sevinmiş. Yakışıklı prensini hemen babasının ve ablalarının yanına
götürüp onlarla tanışırmış. Yeniden kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar
ermiş muratlarına, biz de erelim muradımıza.
Gökten
üç elma düştü. Biri size, biri bu masalı yazana, birisi de kim önce kaparsa
onun olsun sevgili çocuklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder