Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, örümcekler yol
yapar, çekirgeler saz çalar, fareler göbek atarmış eski hamam içinde. Benim, ne
örümceğin yoluna, ne çekirgenin sazına, ne de farenin oyununa sözüm var. Benim
sizlere küçücük bir masalım var. Masalımızı dinleyin, doğru mudur değil mi
kararı sizler verin.
Bir varmış, bir yokmuş. Bir değirmencinin kapkara tüylü
sevimli mi sevimli bir kedisi varmış. Küçük kedi kendisinin çok akıllı olduğunu
sanır ve herşeyi bildiğine inanırmış. Ama, yöresindeki hayvanlar hiç de küçük
kedi gibi düşünmezlermiş. Hatta onu aptal bulanlar bile varmış. Bu yüzden de
ona aptal Pisi Pisi derlermiş.
Bir gün küçük Pisi Pisi bahçede oynarken otların arasında
çok acaip bir şey görmüş. Küçücük pençesini uzatıp şöyle bir dokunmuş fakat
hiçbir şey anlayamamış. Sonra burnunu uzatmış, hım.. hım.. diye koklamış.
Bakmış birşey kokmuyor. Dilini çıkarıp cap..cap diye tatmış, şaşkınlığı
büsbütün artmış. Çünkü bulduğu şeyin tadı da yokmuş. O böyle hayretle
bakınırken, komşunun oğlu Kaya yanına gelmiş:
-“Ne yapıyorsun küçük Pisi Pisi?” diye sormuş. Kedi:
-“Burada bir şey buldum, nedir diye anlamaya çalışıyorum.”
demiş.
Kaya bu söze çok gülmüş:
-“Sen gerçekten aptal bir kedisin” demiş. “Ona kitap derler,
insanların bilgili olmasına yarar.”
Küçük Pisi Pisi çok sevinmiş:
-“Aman ne iyi, ne iyi. Artık kimse bana aptal Pisi Pisi
diyemez. Benim de bir kitabım var.” deyip kitabı kolunun altına sıkıştırmış. O
günden sonra bir an bile kitaptan ayrılmamış. Yemek yerken, su içerken hep
yanında taşımış. Hatta yatarken bile onunla beraber yatmış. Böylece bilgisinin
arttığını sanıp çok gururlanmış. Öyle gururlanmış ki yürüyüşünü bile
değiştirmiş. Göğsünü ileri doğru çıkarıp, adımlarını ağır ağır atmaya, etrafını
gururla süzmeye başlamış. Ve:
-“Artık bu küçük değirmende yaşayamam. Ormana gitmeliyim.
Oradaki hayvanların bilgimden yararlanmalarını sağlamalıyım.” diye düşünüp
ormanın yolunu tutmuş.
Yolda Karabaş’a rastlamış. Karabaş daha Pisi Pisi’yi görür
görmez ondaki değişikliğin farkına varmış. Yanına sokulup:
-“Hey... Aptal Pisi Pisi, sana ne oldu böyle? Nereye
gidiyorsun?” diye sormuş. Pisi Pisi:
-“Ben artık aptal değilim. Bu kitapla bilgili oldum. Ormana
gidiyorum, oradaki hayvanlara bilgi vereceğim.” demiş.
-“İyi ama ormanda karnını ne ile doyuracaksın?”
-“Sen çok bilgisiz bir hayvansın. Ormandaki et ağacından et
yerim, süt kuyusundan süt içer karnımı doyururum.”
Zavallı Karabaş Pisi Pisi’nin sözlerine kanmış:
-“Aman, ne iyi, ne iyi. Ben de seninle geliyorum.” demiş,
beraberce ormana doğru yürümüşler.
Çok geçmeden keçi kardeşe rastlamışlar. Küçük Pisi Pisi
keçiye:
-“Senin neden boynuzların var?” diye sormuş. Keçi:
-“Ben onlarla düşmanımdan korunurum.” demiş. Kedi:
-“Benim de düşmanlarım var ama boynuzlarım yok. Onları annen,
sen doğduktan sonra zamkla yapıştırdı. Boynuzların plastiktendir.”
Keçi:
-“Eyvah!!.. Düşmanlarıma saldırdığım zaman boynuzlarım
koparsa ben ne yaparım? Kendimi nasıl korurum? Ne olur, beni de yanınıza alın.”
diye yalvarmış.
Küçük Pisi Pisi de razı olmuş. Zavallı keçi, boynuzları
kopmasın diye ağır ağır, dikkatli dikkatli kedinin yanında yürümeye başlamış.
Derken bir anne tavuğa rastlamışlar. Küçük kedi yavuğa:
-“Senin kaç civcivin var?” diye sormuş. O da:
-“Ben sayı saymayı bilmem. Ama geçenlerde bahçıvan amca,
dokuz yavrum olduğunu söylemişti. Acaba tamam mı?” demiş. Pisi Pisi civcivlere
şöyle bir bakmış:
-“Üç tanesi su içiyor, üç tanesi yem yiyor, üç tanesi de
senin yanında. Üç kere üç, altı eder. Senin altı tane yavrun var.” demiş. Anne
tavuk:
-“Ama bahçıvan amca dokuz demişti. Öyle ise üç tanesi
kaybolmuş. Ben de sizinle gelip ormanda yavrularımı arayayım.” demiş.
Böylece; Küçük Pisi Pisi, Karabaş, keçi kardeş ve anne
tavukla yavruları ormana gelmişler. Ormanda, küçük bir tavşan nasıl olmuşsa
olmuş, bir ağacın tepesine çıkmış, bir türlü inemiyormuş. Etraftaki hayvanlar
da zavallı tavşana yardım etmek istiyorlarmış ama başaramıyorlarmış. Küçük Pisi
Pisi hemen yanlarına gitmiş:
-“Ne yapıyorsunuz?” diye sormuş. Onlar da:
-“Küçük tavşanı aşağıya indirmek istiyoruz, fakat nasıl
indireceğimizi bilmiyoruz.” demişler. Küçük kedi:
-“Ondan kolay ne var? Ben bir gün kuyuya düşmüştüm, sahibim
bir ip bağlayıp beni çekip kuyudan çıkardı. Şimdi bir ip bulun, tavşanı
indirelim.” demiş.
Ormandaki hayvanlar koşup bir ip getirmişler. Pisi Pisi ipin
bir ucunu tavşana bağlamış, diğer ucundan da bütün hayvanlar tutmuşlar ve
tavşanı çekmeye başlamışlar. Derken zavallı küçük tavşan gümmm diye yere
düşmüş. Kafası yumurta kadar şişmiş. Pisi Pisi gururla:
-“İşte tavşanı aşağıya indirdim.” demiş.
O sırada karnı fena halde acıkan Karabaş, et ağacı ile süt
kuyusunu ararken, otların arasında bir kutu bulmuş. Kutuyu kaptığı gibi Pisi Pisi’nin
yanına koşması bir olmuş. Kutuyu ona gösterip:
-“Bu kutuda ne var? Üstünde ne yazıyor?” demiş. Pisi Pisi:
-“Bu kutuda dünyanın en lezzetli yiyecekleri var.” demiş.
Der demez de, orada bulunan bütün hayvanlar kutuya saldırmışlar. Yırtarcasına
açmışlar. Birden BOMM.. diye bir patlama olmuş. Meğer kutuda patlayıcı bir
madde varmış, üstünde de “dikkat tehlikelidir” diye yazıyormuş. Zavallı
hayvanların hepsi yaralanmışlar. Artık hiç birisi Pisi Pisi’nin bilgin olduğuna
inanmamış ve onu yanlarından kovmuşlar.
Pisi Pisi utana utana değirmene dönerken, bir ara ayağı
çalılara takılmış, kitap kolundan düşmüş ve içi açılmış. Küçük kedi kitabın
içindeki şekilleri görünce çok şaşırmış. Meğer kitabı aldığından beri ilk kez
içini görmüş. Doğru Kaya’nın yanına gidip başından geçenleri bir bir anlatmış.
Kaya:
-“Bu şekillere yazı denir. Bunlar kitabı okumaya yarar.
Bilgili olabilmek için kitabı yürekten, anlayarak okumak lazımdır. Yoksa kitap
taşımakla bilgili olunmaz.” demiş.
O günden sonra Pisi Pisi bütün gücü ile okumayı yazmayı
öğrenmiş. Kitapları okuyup gerçek bir bilgin olmuş ve herkesin saygısını
kazanmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder