Çok, çok eski
zamanlarda Akçadağ’ın eteğinde bir kaplumbağa yaşarmış. Bu kaplumbağanın,
kendine göre büyük mü büyük bir derdi varmış. Önüne gelene derdini anlatır
dermanını sorarmış.
İnanıyorum ki sizler de gidip anneannenize ya da babaannenize:
-“Küçük kaplumbağanın derdi ne idi?” diye soracak olursanız,
mutlaka:
-“Ha... Şu küçük kaplumbağanın derdi mi? Evet evet
hatırladım. Onun derdi sırtında taşıdığı evi idi.” diyeceklerdir.
Gerçekten de çocuklar, kaplumbağanın tek üzüntüsü sırtında
taşıdığı evi imiş. Zavallı kaplumbağa her önüne gelene:
-“Ah, ahhh...” dermiş. “Sırtımda taşıdığım şu evden bir
kurtulabilsem. Bana ne büyük bir yük oluyor bilemezsiniz. Onun yüzünden doğru
dürüst yürüyemiyorum bile. Sizlere ne mutlu. Evinizi sırtınızda taşımıyorsunuz.
İstediğiniz zaman içine girip istediğiniz zaman çıkabiliyor, evinizi
istediğiniz biçimde döşeyebiliyorsunuz.”
İşte böyle yakınıp durduğu günlerden bir gün koca gagalı
leylek kaplumbağanın yanına yaklaşmış, üç defa gagasını tak, tak, tak diye
birbirine vurduktan sonra:
-“Ben senin derdine bir çare biliyorum.” demiş. Kanadı ile
uzaktaki bir tepeyi göstermiş ve “Bak, şu tepenin üstünde akıllı mı akıllı bir
tavşan yaşar. Onun yanına gidip derdini anlatırsan bir çaresine bakar, seni bu yükten kurtarır.”
diye sözünü bitirmiş.
Bu sözleri duyan kaplumbağa, öyle sevinmiş, öyle sevinmiş
ki, daha fazla oralarda oyalanmadan hemen tavşanın bulunduğu tepenin yolunu
tutmuş. Az gitmiş, uz gitmiş. Kimine göre bir günde, kimine göre bin günde.
Biri mi doğru, bini mi bilemem ama gece gündüz demeden, bir an bile dinlenmeden
sonunda tavşanın yuvasına varmış.
Bilgin tavşan, kaplumbağayı iyice dinledikten sonra biraz
düşünmüş ve:
-“Ben seni sırtındaki evinden ayırmasına ayırırım ama
sonradan pişman olmayasın. İyice düşünüp taşındın mı? Belki senin evinin de iyi
bir yanı vardır. Yalnız kötü yanını düşünmüş olmandan korkarım.” demiş.
Kaplumbağa:
-“İlahi tavşan kardeş, düşündüğün şeye bak. Ben mi pişman
olacağım? Bu evden kurtulursam sevincimden şıkır şıkır oynayacağım. Üstelik de
bu pis evi denize atıp, ondan tamamen kurtulacağım.” demiş.
Tavşan bakmış ki kaplumbağa çok kararlı, ne yapsa fikrinden
caydıramayacak. Hemen bir ilâç yapmış, kaplumbağanın sırtına sürmüş. Böylece
kaplumbağayı sırtındaki evinden ayırmış.
Kaplumbağa, büyük bir sevinçle tavşana teşekkür ettikten
sonra:
-“Bu iyiliğinize karşı benden ne istersiniz?” diye sormuş.
Tavşan:
-“Hiçbir şey.” demiş. “Yalnız şu denize atmak istediğin evi
bana bırak, belki bir gün işime yarar.”
Kaplumbağa, derdinden böyle ucuz kurtulduğu için memnun,
oradan uzaklaşmış. Önce gidip kendisine güzel bir ev yapmış. Evini istediği
biçimde döşemiş. Sonunda şarkı söyleye söyleye, hoplaya zıplaya kırlara
açılmış. Sırtında ağırlık olmadığı için istediği gibi koşuyor, evinden
uzaklaştıkça uzaklaşıyormuş. O sırada gökyüzünü kaplayan kara bulutlar onu hiç
mi hiç ilgilendirmiyormuş. Ama çok geçmeden sırtına düşen yağmur taneleri küçük
kaplumbağanın aklını başına getirmiş. Kaplumbağayı bir korkudur almış. Kendi
kendine:
-“Eyvah, yağmura yakalanırsam ne yaparım? Sırtımda evim de
yok. Nereye sığınabilirim?” diye düşünüp evine doğru koşmaya başlamış. Bu arada
yağmur da iyice hızlanmış. Zavallı kaplumbağanın her yanı yağmurdan, çamurdan
sırılsıklam olmuş. Başlamış tir tir titremeye. İlk defa sırtında taşıdığı o
küçücük evi aklına gelmiş.
-“Şimdi evim sırtımda olsaydı beni yağmurdan korurdu.” deyip
evini özlemiş.
Titreye titreye yoluna devam etmeye çalışırken gözüne
sığınağa benzer bir yer ilişmiş, hemen oraya koşmuş. Meğer burası, keskin dişli
hain kurdun ini değil mi imiş? Kurt, kaplumbağayı görünce pek sevinmiş:
-“Oh...Ne iyi, ne iyi. Şans dediğin de böyle olur. İyi ki
geldin akılsız kaplumbağa. Ben de zahmetsizce karnımı doyururum. Artık seni
koruyacak evin de yok sırtında.” demiş, kaplumbağanın üstüne saldırmış.
Küçük kaplumbağa olanca hızı ile koşup kurdun elinden
güçlükle kurtulmuş. O sırada nasıl olmuşsa olmuş, kendini akıllı tavşanın
evinin önünde bulmuş. Bilgin tavşan, kaplumbağanın perişan halini görünce:
-“Sana ne oldu böyle? Her tarafın çamur içinde.” diye
sormuş.
-“Ah tavşan kardeş, başıma gelenleri hiç sorma. Meğer en
güzel yuva benim yuvammış da haberim yokmuş. Ne olur onu yeniden sırtıma
geçir.” diye kaplumbağa yalvarmış. Tavşan:
-“Pişman olacağını biliyordum. Bunun için yuvanı denize
atmana engel oldum. Bize yük gibi görünen pek çok şeyin, aslında ne büyük bir
değer olduğunu ancak onları kaybedince anlarız. Bundan böyle evinden bir daha
hiç şikâyet etme olmaz mı?” demiş ve kaplumbağanın evini tekrar sırtına yapıştırmış.
O gün bugündür çocuklar, kaplumbağalar değil sırtlarındaki
yuvalarından şikâyet etmek, onu taşımaktan mutluluk duyarlarmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder