18 Ocak 2017 Çarşamba

Güçlü ile Bilge



         Evvel zaman içinde, salbur saman içinde, yolda gördüm üç cüce. Ben cüceleri görünce; dedim “Haliniz nice?” . bir dedi “iyice”, biri başını eğdi, öteki içini çekti inceden ince. “Bir masalım var. Dinler misiniz?” deyince, hepsi birden “dinleriiiiiiiz” diye bağırdılar. Koşup, tüm çocukları çağırdılar. Çocuklar bir araya gelince, şaştım kaldım onlardaki sevince. Aralarında sizlere de rastladım. Hiç durmayıp bu masalı anlatmaya başladım.
         Bir zamanlar, karlı dağların ötesinde, büyük bir ülkenin başında çok akıllı bir padişah yaşarmış.
         Eğer herhangi bir yabancı, ülke halkından birine, padişahın nasıl bir insan olduğunu soracak olursa, sorduğu insan yaşlı ise hemen ciddileşir, önce başını kaşır, sonra sakalını bir güzel sıvazlar, daha sonra da “doğrusu” dermiş, “Bizim padişahımız dünyanın en iyi padişahıdır”. Yok eğer sorduğu kimse gençse, gençlerin sakalı olmadığı için o sadece başını kaşıyıp, “gerçekten de bizim padişahımız gibi iyi bir padişah yer yüzünde bulunmaz” dermiş.
Evet, evet çocuklar aynen böyle olmasa da, aşağı yukarı ülke halkı padişahı için böyle düşünür ve böyle söylerlermiş.
         Bu padişahın birbirine hiç benzemeyen iki de oğlu varmış. Büyük oğlunun ismi Güçlü, küçüğününki ise Bilge imiş.
         Güçlü, alabildiğine iri yarı, adı gibi de güçlü kuvvetli imiş. Öyle ki, ülkede onu yenebilecek tek bir insan yokmuş. Bu denli güçlü oluşu yetmiyormuş gibi, her gün sabahları kalkar, türlü türlü spor yaparak gücünü daha da arttırırmış.
         Bilge ise, son derece cılızmış. Birisi şöyle kuvvetlice bir üfleyecek olsa yere düşmesi işten bile değilmiş. Ama bunun yanında o da çok bilgili imiş. Hiç durmadan okur, bilgisine bilgi katarmış. Ülkede onunla bilgi yarışına girebilecek tek insan bulunmazmış.
         Günlerden bir gün padişah, iki oğlunu da yanına çağırtıp onlara şöyle sormuş:
         -“Çocuklarım biliyorsunuz, elli yılı aşkın bir zamandan beri ülkeyi yönetmekteyim. Ben ülkemin başına geçtiğim zaman, açlık ve sefalet kol geziyordu. Çoğunluk hayatından memnun değildi. Elli yılda ülkemi dünyanın en ileri ülkesi yaptım. Sizce başarımı neye borçluyum?”.
         Padişahın büyük oğlu Güçlü:
         -“Babacığım” demiş. “Bu sorunun cevabını ben çok iyi biliyorum. Başarınızın nedeni, sağlıklı ve çok güçlü oluşunuzdur. Öyle güçlüsünüz ki, bu gücünüzü gören ülke halkı size nasıl karşı çıkabilir? Dünyada gücün yapamayacağı tek bir şey yoktur. Bence başarınızın nedeni budur.”
         Padişah büyük oğlunu dinledikten sonra, küçük oğluna dönmüş:
         -“Sen ne düşünüyorsun? Sence de başarımı güçlü ve sağlıklı oluşuma mı borçluyum?” diye sormuş.
Bilge:
-“Ben bilginin ve inancın, kaba kuvvetten daha etkin olduğuna inanıyorum. Bana göre sizin başarınızın nedeni çok bilgili ve inançlı oluşunuzdur. Bu sayede bütün güçlükleri yenip ülkemizi ileri bir ülke haline getirdiniz.” diye cevaplandırmış.
Padişah her iki oğlunu da dinledikten sonra, Güçlü’ye:
-“Doğuda oldukça ileri bir ülke vardır. Adı US ülkesi. Halkı çok bilgilidir. Orada başkani iki yılda bir seçimle başa gelir. Bir yıl sonra yine başkan seçimi var. Oraya git, eğer kendini kabul ettirip başkan seçilebilirsen haklı olduğunu anlar, dönüşünde seni ülkeye padişah yaparım. Yoksa bir de kardeşini denerim”. demiş.
Güçlü, sevinçle kısa zamanda yol hazırlığını yapıp US ülkesine gitmiş. Gerçekten de US ülkesinde herkes seçim uğraşısı içinde imiş. Ülkenin başkan adayları teker teker kürsüye gelip öyle akıllıca sözler ediyorlarmış ki, dinleyenler hayran olup alkışları ile beğenilerini dile getiriyorlarmış.
Güçlü de başkanlığa aday olduğunu söylemiş. Onu da kürsüye çıkarmışlar. Halk büyük bir dikkatle bu yeni adayı dinlemeye koyulmuş. Güçlü o güne kadar kafasını pek çalıştırmadığı için, önce ne diyeceğini bilememiş, şaşırmış. Sonra pazularını şişirip göğsünü ileri doğru çıkarmış:
         -“Sevgili vatandaşlarım” demiş. “Bu ülkede benim kadar kuvvetli tek insan yoktur. Varsa karşıma çıksın. Ben istesem dağları devirir, en büyük kayaları tersine çeviririm.”
         Çevrede Güçlü’yü dinleyenler onu alkışlayacaklarına başlamışlar kahkahalarla gülmeye. Güçlü durumu görünce çok sinirlenmiş. Yumruklarını sıkıp gülenlere tehditler savurmuş. Onu güçlükle kürsüden indirmişler. O günden sonra, zorla kürsüye çıkıp bağırıp çağırmış. Adaylara kuvvet gösterisine kalkışmış. Bir yılın sonunda, seçimleri kazanamadan süklüm püklüm ülkesine dönmüş.
Padişah bu kez Bilge’ye:
-“Sen de batıdaki DEMİRYUMRUK ülkesine gideceksin.” demiş. “Bu ülke halkı çok bilgisizdir. İyi bir başkana ihtiyaçları var. Bilgili bir kimse başa geçmezs, kısa zamanda ülke yok olabilir. Sen bilgiye çok güveniyorsun. Oraya git. Eğer başkan seçilebilirsen, süren dolunca buraya dönersin. Seni ülkeye padişah yaparım. Yoksa bir çaresine bakarım.”.
Bilge de vakit kaybetmeden DEMİRYUMRUK ülkesine gitmiş. Gitmiş ama gittiğine de gideceğine de bin pişman olmuş. Çünkü ülkede güçlü güçsüzü eziyor, kan gövdeyi götürüyormuş. Halk kavgalardan çalışamaz hale gelmiş. Yoksulluktan, açlıktan can çekişiyorlarmış.
Bilge kürsüye çıkıp, yaptıklarının yanlışlarını, kavga ve kaba kuvvetle hiçbir şeyin halledilemeyeceğini anlatmaya çalışmış. Ama onu hemen  alaşağı edip bir güzel dövmüşler. Çaresiz o da bir yıl sonra hiçbir şey başaramadan ülkesine dönmüş.
Padişah bakmış ki, iki oğlu da çok üzgün, onlara:
-“Çocuklarım, ben her ikinizin de başkan seçilemeyeceğini biliyordum. Aslında güçlü ve sağlıklı olmak da, bilgili ve inançlı olmak da çok önemlidir. Yeter ki ortamını bulmuş olsun. Ortamını bulmazsa hiçbir işe yaramaz. Ben kendi gücümden ve sağlığımdan önce ülke halkının sağlıklı ve güçlü olmasını düşündüm. Halkımın da benim kadar bilgili ve inançlı olmasına çalıştım. Her iyi şeyde önce halkımı düşündüm. İşte benim başarımın asıl nedeni budur. Ama üzülmeyin. Ülkenin yönetimini her ikinize birden bırakıyorum. İkiniz birbirinizin eksiklerini tamamlayarak ülkeyi iyi bir şekilde yönetebilirsiniz. Ben artık çok yaşlandım.” demiş.
Güçlü ve Bilge babalarının sözlerini hiç akıllarından çıkarmamışlar. Ülkelerini çok iyi yönetmişler....
Gökten üç elma düştü. Biri bu hikâyeyi yazana, biri okuyana. Üçüncüsü de ?..... Üçüncüyü en iyisi yarıya bölelim. Üçüncü elmanın yarısı bu hikâyeyi yazanın, diğer yarısı da okuyanın en çok sevdiği kimse, onun olsun.
Ee..... Ne yapalım? Yarım elma  gönül alma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder