Murat, orta halli bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü imiş.
On yaşındaymış. Babaları Necmi Bey,
belediyede memurmuş. Kazancı ile aileyi güçlükle geçindirebiliyormuş. Ama
ailede mutluluk hüküm sürüyormuş. Herkes biribirini son derece sevip
sayıyormuş. Onları tanıyan bilenler aile yapılarına gıpta ile bakıyorlarmış.
Bir bayram arifesinde Necmi Bey üç çocuğunu yanına alıp
çarşıya çıkmış. Onlara ayakkabı alacakmış. Çocukların ayakkabıları hayli
eskimişmiş. Fakat ayakkabılar çok pahalı imiş. Sonunda Necmi Bey mevcut parası
ile ancak iki çocuğuna ayakkabı alabilmiş. Küçük oğlu Murat’a üzülerek:
-“Paramız yetişmedi, önümüzdeki ay da sana ayakkabı alırız
olmaz mı?” demiş.
Murat babasına belli etmemeye çalışmış ama oldukça üzülmüş.
Bunu sezen babası:
-“Üzülme yavrucuğun. Senin ayakkabılarını da tamir ettirir,
boyattırırız, yeni gibi olur. Hem biliyorsun, bu kadarını da bulamayan dünyada
ne çok çocuk var. Bunun için Allah’a şükretmelisin.” demiş, sonra da cebinden
para çıkartıp:
-“Haydi
şimdi git fırından ekmek al gel. Nerede ise öğle olacak, annen yemeğe bizi
bekliyordur.” diyerek onu fırına göndermiş.
Küçük Murat fırından ekmekleri alacağı sırada, ayağına
birşey takılmış. Eğilip bakmış. Bu oldukça kabarık, siyah renkte bir erkek
cüzdanı imiş. Biran cüzdanı alıp almamakta tereddüt etmiş. Çünkü annesi ile
babası onlara hep başkalarına ait olan şeyleri almamalarını tembihlerlermiş.
Ama sonra, “Ben almasam başkası alır. Hem alacak olan belki de bizden daha
varlıklı birisidir. Oysa babamın bana ayakkabı alacak parası bile yok. Hem bu
hırsızlık değil ki. Buldum. Almamda bir sakınca olmamalı.” diye düşünüp cüzdanı
yerden almış ve cebine koymuş. Sonra ekmekleri de alıp evin yolunu tutmuş. Yol
boyunca yaptığı davranışın doğru olup olmadığını düşünüp durmuş.
Eve geldiğinde babası bir sandalyeyi tamir ediyormuş. Biraz
kuşkulu, biraz sevinçli, babasına bir cüzdan bulduğunun müjdesini vermiş. Necmi
Bey işinden başını kaldırıp hayretle sormuş:
-“Cüzdan mı buldun? Nerede?”
Murat:
-“Evet babacığım. Fırının orada buldum. Düşündüm ki ben
almasam başkası alacak. Fırıncıya da versem, fırıncı dürüst biri değilse
içedebilir. Ben de onun için alıp getirdim. Hem bizim ihtiyacımız var, bu para işimize
yarar.”
Necmi Bey:
-“Fırının az ilerisinde bir polis kulübesi var. Biliyorsun
değil mi? Polise gidip haber vermeyi akıl edemedin mi?”
-“Onu da düşündüm ama babacığım, siz hep (dürüstlüğün meslek
ile ilgisi yoktur. Bazı meslek sahipleri dürüst olur, bazıları olmaz diye bir
kural yoktur. İnsanları tek tek değerlendirmeli. Öyleleri vardır ki aç kalsalar
bile harama başlarını çevirip bakmazlar. Öyleleri de vardır ki, paranın pulun
içinde yüzdükleri halde fırsatını buldukça çalmakta tereddüt etmezler) demez
miydiniz? Ben de bu polisi iyi tanımadığım için ona parayı teslim edemedim. Hem
bu parayı ben almasaydım bir başkası alıp afiyetle yiyecekti. Çalmadım ki,
buldum. Şimdi bu para ile bana güzel bir ayakkabı alırsın babacığım.”
Necmi Bey, düşünceli düşünceli yerinden kalkıp divana
oturmuş ve Murat’a:
-“Bak yavrucuğum. Söylediklerinin pek çoğunda haklısın ama
bir sözünü hiç mi hiç beğenmedim. (Ben yapmasam başkası yapardı) diyorsun.
Başkalarının ne yaptığı bizi ilgilendirmez. Başkaları hırsızlık da yapabilir,
dolandırıcılık da yapabilir, adam da öldürebilir. Onlar bunları yapıyor diye
biz de mi yapalım? İnsan başkalarının yanlışlarını düzeltemez ama kendi
yanlışını düzeltebilir. Herkes kendi yanlışını değil de karşısındakinin
yanlışını düzeltmeye kalkarsa hiçbir şey elde edemez. Ama herkes kendi
yanlışını düzeltirse, o zaman yanlışlar yok olur. İnsan bazan kendi
yanlışlarını düzeltmekte bile güçlük çekerken, başkalarının yanlışını nasıl
düzeltebilir ki? Kaldı ki, sen bununla da kalmıyorsun. Başkasının yanlışını
düzeltmekten öte, onun yaptığı yanlışı yapmaya kalkıyorsun. Herkes bu davranış
içine girerse, bu dünya yaşanmaz hale
gelir. Bir düşünsene. Bize en doğrusunu yapmak düşer.” demiş, sonra da
Murat’tan cüzdanı isteyip içindeki paraları saymış. Bu para ile rahat rahat her
istediklerini alabilirlermiş. Necmi Bey, ömründe bu kadar parayı birarada hiç görmemişmiş.
Cüzdanda paradan başka evrak ve iki çocuk resmi varmış. Tesbit sonucu:
-“Bunlar bize emanet sayılır, emin bir yere koyalım.” deyip
bir beze sararak sandığın altına yerleştirmiş.
Murat:
-“Babacığım, sahibini bulamazsak o zaman ne olacak?” diye
sormuş. Necmi Bey:
-“Bulmak için elimizden geleni yapacağız. Uzun süre
dokunmadan bekleteceğiz. Gene de bulamazsak, sahibinin hayrına fakir fukaraya
dağıtırız.”
Baba oğul birlikte fırına gitmişler. Necmi Bey fırıncıya:
-“Buraya cüzdanını düşüten birisi geldi mi?” diye sormuş.
Fırıncı heyecanla:
-“Ne o hayrola cüzdan mı buldunuz? Nasıl birşeydi? İçinde
çok para var mıydı?” demiş.
Necmi Bey, cüzdanın şeklini, rengini söylemeden yalnız:
-“İçinde bir miktar para var. Arayan olursa bizim eve
gönder. Şimdi ben bir de şuradaki polise haber vereceğim.” demiş.
Necmi Bey henüz sözünü bitirmiş ki şişman bir adam fırından
içeriye heyecanla dalmış:
-“Afedersiniz, cüzdanımı kaybettim. Acaba bulan oldu mu?”
diye sormuş.
Necmi Bey:
-“Cüzdan ne renkti, içinde ne vardı?” diye sormuş.
Gelen adam, cüzdanın siyah olduğunu, paranın miktarını, bazı
evrak ve iki resim olduğunu doğru olarak söylemiş.
Necmi Bey:
-“Tamam” demiş. “Cüzdanınızı oğlum bulmuş. Bir zahmet bizim
eve gidelim, size teslim edeyim.”
Adamcağız sevincinden nerede ise Necmi Bey’le Murat’ın
boynuna sarılacakmış. Durmadan:
-“Allah sizden razı olsun. Demek bu devirde hâlâ böyle insanlar
yaşıyormuş.” diyormuş.
Evde Necmi Bey parayı tek tek sayıp adama teslim etmiş.
Adam:
-“Ben çok nüfuzlu biriyim. Herhengi bir işiniz olursa derhal
yapabilirim. Ayrıca bu paradan bir miktarını Murat’a ödül olarak vermek
istiyorum. Lütfen kabul edin.” demiş ve paranın içinden bir miktar çıkarıp
Necmi Bey’e uzatmış. Bu para ile bir çift değil, birkaç çift ayakkabı satın
alınabilirmiş. Necmi Bey:
-“Sağolun ama biz bu parayı alamayacağız. Oğlum sadece
gerekeni yaptı, biz ödülü Allah’tan bekleriz. Sizin verdiğiniz bu ödül, bizim
beklediğimiz ödüle halel getirebilir” demiş ve adamın bütün ısrarlarına rağmen
parayı almamış.
-Murat, kalbinin ta derinliklerinden babasına karşı öyle
büyük bir sevgi duymuş ki, o anda değil ayakkabı, ne alınırsa alınsın gözünde
yokmuş. Koşup babasını sevinçle kucaklamış.
Şişman adam oradan ayrılırken şaşkınlık içinde imiş. Az
sonra, cebindeki paranın kendisini müthiş rahatsız ettiğini hissetmiş. Para
bulunduğu yeri sanki yakıyormuş. Meğer adam o parayı birinden rüşvet olarak almışmış.
Şişman adam hemen rüşvet aldığı adama gidip, bu rüşveti
kabul edemeyeceğini söylemiş. Rüşveti veren hayretle:
-“Ne oldu, sizi kızdıracak birşey mi yaptık? Miktar az
geliyorsa biraz daha arttırabiliriz.” demiş.
Şişman adam:
-“Ne kadar arttırırsanız arttırın, gözümde yok artık. Ben
hayatım boyunca önemli birisi olmak için çalışıp durdum. Bunun için de,
paranın, şöhretin en önemli şeyler olduğunu sanıyordum. Hedefime varmak
amacıyla, helal-haram demeden çalıp çırptım. Şimdi apartmanlarım, yazlıklarım,
arabalarım var. Ama bunları kazanırken, her seferinde bir batağa saplandığımı
hissediyordum. Bugün dersimi aldım. Öyle bir insanla karşılaştım ki o karşımda
bir dağ, bense bir pire kadar değersizdim. O anda yer yarılsa da içine gireyim
istedim. Meğer insanın asıl güçlüsü, değerlisi, karakteri en düzgün olanı imiş.
Bunu anladım. Tövbe edeceğim ve bir daha asla pis işlere girmeyeceğim.” diyerek
oradan hızla uzaklaşmış.
İyilikler de kötülükler de bazan bulaşıcı olabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder